Türkiye’nin lanetlileri

04:0014/08/2021, Cumartesi
G: 14/08/2021, Cumartesi
İsmail Kılıçarslan

“Biz olmayı başarıyorsak bunun sebebi yalnızca başkalarının bizi başkalaştırmak için giriştikleri faaliyetleri kökten ve kalben reddetmemizdir” diyordu Frantz Fanon.Bu, burada bir dursun.Hayatımda katıldığım en dramatik cenaze, Sakarya’da, bir mülteci kadının cenazesiydi. Adı Emani er-Rahmun’du. Kucağında bir bebeği vardı ve ikincisine de hamileydi. Doğuma çok az kalmıştı. Kocasıyla aynı yerde çalışan gözü dönmüş iki Türk tarafından ormanlık bir alana kaçırıldı. Hamile haliyle tecavüze uğrayıp öldürüldü.

“Biz olmayı başarıyorsak bunun sebebi yalnızca başkalarının bizi başkalaştırmak için giriştikleri faaliyetleri kökten ve kalben reddetmemizdir” diyordu Frantz Fanon.

Bu, burada bir dursun.

Hayatımda katıldığım en dramatik cenaze, Sakarya’da, bir mülteci kadının cenazesiydi. Adı Emani er-Rahmun’du. Kucağında bir bebeği vardı ve ikincisine de hamileydi. Doğuma çok az kalmıştı. Kocasıyla aynı yerde çalışan gözü dönmüş iki Türk tarafından ormanlık bir alana kaçırıldı. Hamile haliyle tecavüze uğrayıp öldürüldü. O gözü dönmüş iki Türk, Emani’nin kundaktaki bebeğini katletmeyi de ihmal etmediler.

O cenazede, haliyle, Sakarya’ya sığınmış mültecilerin hiç değilse bazı taşkınlıklar yapabileceklerini hesap ettiğimizi, bunu beklediğimizi hatırlıyorum. Doğrusu, buna hakları da olurdu. Fakat ne oldu biliyor musunuz? Emani’nin kocası “Benim eşimi, iki gözü dönmüş katil öldürdü. Bize kapılarını açan, bize bir yaşama fırsatı veren Türkiye’ye müteşekkirim” diyerek sükûnetle beklemeyi tercih etti. Ne yazık ki kanunlarımızda idam cezası olmadığı için Birol Karacal ve Cemal Bay isimli iki sapık katil, mahkeme tarafından alabilecekleri en büyük cezaya çarptırıldılar ve sefil hayatlarının sonuna kadar çıkmamak üzere bir hapishanede çürüyorlar şimdi.

Bu da burada bir dursun.

Ankara Altındağ’da, -ne yazık ki tıpkı bizim Ankara Yenimahalle’deki mahallemize benzer şekilde- bir “sosyal çöküntü alanı”na dönüşen bir mahallede birkaç pazarcı Türk’ün, Suriyelilere ait birkaç pazar arabasını yakmasıyla başlayan kavga ve çekişmeden ne yazık ki bir cinayet çıktı. Kavgada bıçaklanan bir Türk, kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti.

Açık konuşmak gerekirse bu sıradan, pis, kötü kavga yüzünden birinin ölmesi memleketin gazetelerinin üçüncü sayfalarıyla, ana akım medyanın haber bültenlerinin “dramatik malzemeler” kısmına konudur ancak, daha fazlası değil. Ama işte ölen Türk, öldüren de Suriyeli olunca, Kılıçdaroğlu’nun, bütün CHP kurmaylarının, Sinan’ın, Ümit’in, İlay’ın, Lütfü’nün, kurumsal olarak bütün İYİ Parti’nin aylardır toplumu hazırladığı o “pogrom” gerçekleşti. Benzerini 6-7 Eylül olaylarında, Madımak hadisesinde, 6-8 Ekim’de gördüğümüz o insanlık dışı manzaralar hortladı ve bir “nefret objesi” haline getirilen mültecilere yönelik öfke, mülteci evlerinin taşlanması ve yağmalanması, araçların yakılması falan gibi bir “histeri krizi”ne dönüştü. O gece herhangi birinin öldürülmemiş olması en büyük tesellimiz.

Çok doğrudan anlatacağım derdimi. “Türkiye’nin lanetlileri” durumuna gelen sosyolojik kesim mülteciler, göçmenler, sığınmacılar değil; mültecilere, sığınmacılara, göçmenlere duydukları katıksız öfkeyi şiddete vardıran bu faşist topluluğudur. İlay’dan, Ümit’ten, Sinan’dan başlayarak işi Ankara’nın Altındağ’ında tek suçu “mültecilere kapısını açık tutmak” olan Cavit Etleç’in evini yağmalayıp eşyalarını çalmaya kadar vardıran kimlerse “Türkiye’nin lanetlileri” onlardır.

Neden böyledir biliyor musunuz? Bu insanların aramızda dolaştığı bir ülkede canımızdan, malımızdan, çoluk-çocuğumuzdan, geleceğimizden asla emin olamayız da ondan. Bilişsel gelişimleri ayakkabı numaralarından küçük olan bu insan topluluğu, hızla “köpekleşebilir” ve önünü de sonunu da düşünmeden kendilerine gösterilen hedefe doğru atılabilir.

CHP’si, İYİ Parti’si falan, bu “pogrom” meraklılarını, bu “linç bağımlıları”nı, “sadece bir aradayken cesur davranışlar sergileme kabiliyeti olan” bu az gelişmişleri mobilize etmekten zerrece çekinmiyor. Çünkü belki hükümet düşer de bu sayede, belki iktidar olurlar da bilmem ne. İnsanın sadece “iktidarınıza da, size de” diyesi geliyor bu alçalma biçimi karşısında.

Peki ben asıl neye üzülüyorum? Bizim “söylem üstünlüğünü kaybettik abi ya” korosuna üzülüyorum. Fevkalade sinik ve fazlasıyla ezik bir yerden “Türkiye’nin mülteci politikalarını eleştirebilirsiniz ama…” diye başlıyorlar cümlelerine.

Yahu o az gelişmiş, köpekleşmiş, evrimini tamamlamamış, basit komutlar dışında komut alamayan faşist topluluğu kim de Türkiye’nin mülteci politikaları konusunda onu ikna etmem gerekiyor? IQ’su birkaç puan daha düşük olsa tuvalet ihtiyacının farkında olmayacak insanımsılara “politikaları eleştirebilirsiniz ama” diye başlayan “alttan alma cümleleri” kuracağım da ne olacak? İşim gücüm yok da yaşlı bir çiftin evini soyup yağmalamak için gereken cesareti bile ancak 20 kişi olunca toplayabilen bu tiplere bir de dert mi anlatacağım? Yığın bile değil bunlar. Cüruf bile değiller. Bırakın Hitler olmayı, Yezit bile değiller.

Ne yapacağız biliyor musunuz? Bu az gelişmişleri, bu yetersiz faşistleri, bu aşağılık yığını bulduğumuz her fırsatta “siz lanetlisiniz” diye işaretleyeceğiz. “Kes lan”, bunlara söylenebilecek en hafif cümlemiz olacak. Toplumdan izole edebileceğimiz kadar izole edeceğiz bunları. Bunun başka yolu yok.

Niye yok biliyor musunuz? Çünkü bu az gelişmişlerin öfkesini “yönetebilirim” zanneden ve bu kitleyi “pogrom”a hazır hale getiren o politik molitik figürler var ya. Onlar bile çok yakında anlayacak bu kitleyi yönetilemez, elde tutulamaz, ne yapabilecekleri asla kestirilemez bir yığına dönüştürdüklerini. Emin olun o gerzek politik figürleri bile bu yığının bu “ontolojik öfkesi”nden bizler kurtarmak zorunda kalacağız. O yüzden dert anlatmaya değil, işaretlemeye bakalım bu “lanetliler”i. Ve sulh istiyorsak ceng ü cidale hazır tutalım kendimizi.

Fanon’la başladım, Fanon’la bitireyim:

“Bir savaşçının silahı, onun insanlığıdır.”

#Frantz Fanon
#Emani er-Rahmun
#Sakarya
#Mülteci
#Ankara
#Altındağ
#Kemal Kılıçdaroğlu
#CHP