Toplumsal sözleşme değil, emanet akdi

04:0014/07/2024, Pazar
G: 14/07/2024, Pazar
İsmail Kılıçarslan

Cumartesi sabahına, Ali Ekrem Çınar’ın mesajıyla başladım. “Utanmaktan utanmamak” yazımla ilgili olarak “biliyor musunuz, Faslı düşünce adamı Taha Abdurrahman, son üç kitabını haya ve utanma bahsi ile ilgili olarak kaleme aldı” diyerek, Abdurrahman’ın yakınlarda Türkçede de yayımlanacak “Haya Dini” adlı kitabının çevirisini paylaştı benimle. Bu üç kitap da Mehmet Görmez hocanın riyasetinde çevriliyormuş halihazırda. Gelelim “Haya Dini” kitabının “toplumsal sözleşme yerine emanet sözleşmesi” başlığını

Cumartesi sabahına, Ali Ekrem Çınar’ın mesajıyla başladım. “Utanmaktan utanmamak” yazımla ilgili olarak “biliyor musunuz, Faslı düşünce adamı Taha Abdurrahman, son üç kitabını haya ve utanma bahsi ile ilgili olarak kaleme aldı” diyerek, Abdurrahman’ın yakınlarda Türkçede de yayımlanacak “Haya Dini” adlı kitabının çevirisini paylaştı benimle. Bu üç kitap da Mehmet Görmez hocanın riyasetinde çevriliyormuş halihazırda.

Gelelim “Haya Dini” kitabının “toplumsal sözleşme yerine emanet sözleşmesi” başlığını taşıyan genel giriş bölümündeki bence çok önemli tespitlere.

İşte size bir paragraf: “Çağdaş insan kimdir, sorusuna uzun süredir, hep şu cevap veriliyor: Çağdaş insan şüphe yok ki batılı insandır. Başka kim olabilir ki? Çağdaş medeniyetin, hatta çağın kendisinin yaratıcısı o değil mi? Gerekçesi doğru olan bu cevabın iddiası doğru değildir. Çağdaş medeniyeti, hatta bir bakıma çağın kendisini batılı insanın oluşturduğu doğrudur ancak ‘çağdaş insanın varlığı’nı tek başına temsil etmekten çok uzak bir görünümdedir. Durum buyken denebilir ki ‘çağdaş insan’ denildiğinde akla belirli bir kişi ya da birey değil doğrudan ‘zihinsel’ ve ‘soyut olmayan bir davranış modeli’ gelmektedir. Bu yanıyla dünyanın her bir köşesine yayılma gücü ve imkanı da bulmuştur.”

Abdurrahman’ın bu derli toplu tespiti, bir yandan İslam dünyasının bütün “çağdaşlık tartışmaları”nı da izaha olanak veriyor bize. Çağdaşlığı batılı olmakla eşitleme fikrinin İslam dünyasında oluşturduğu semptomları tespit ve tedavi etme mücadelesi verenler açısından durum tam da böyle çünkü.

Abdurrahman, bu noktadan sonra işi hepimiz açısından daha da basitleştiriyor: “Bugün çağdaşlık fikrini karakterize eden temel özelliğin ‘fıtrata aykırılık’ olduğunu söylemeliyiz. Aslında çağdaş insan ‘fıtratsız’ biridir. Fıtratı olmayanınsa bir dini ve canlı bir kalbi yoktur. İş de burada çetrefil hal alır. Ölü, fıtratsız çağdaş insan her kalpte, nerede ve nasıl olursa olsun yaşamaya başlayan asalak insandır.”

“Çağdaş insan asalak, amorf, her şartta hayatına ve hazzına devam etmek isteyen insandır” tespiti elbette yeni bir tespit değil. Ancak meselenin zannedildiğinden daha girift ilerlediğini kendimize sürekli hatırlatmamız da gerekiyor. Bu hatırlatma ve bilinç olmazsa birey ölüyor çünkü. İşin en zor tarafını ise Abdurrahman, şöyle tespit ediyor: “Çağdaş durumdan bağımsızlaşarak hayatta kalmaya çalışan insanı bekleyen tehlike şudur: Olan bitenden nasıl bağımsızlaşacağını ve olan bitenin etkisinden nasıl kurtulacağını düşünen insanın sıkıştığı cendere “fıtrat kalbi” ile “fikir kalbi”nin sürekli çatışmasıdır. Fikir kalbi fıtrat kalbine egemen olduğunda kişi kalbini dirilttiğini zannederken öldürür. Kalbi ölü olup da kalbinden daha canlı bir kalp olduğunu sanan ne çok insan var!”

Abdurrah-man’ın bu husustaki ikinci uyarısı, bence bugün Türkiye’de “dini düşünmek” başlığından “Allah’ı inkar etme başlığı”na ilerleyen bir takım isimleri de izah ediyor bize: “Müslüman, dindarlığına rağmen, bir ‘fikir’ olarak ‘çağdaş insan’dan muaf değildir, aksine bu fikri o kadar özümsemiş olabilir ki, dindarlığını ona göre yorumlar, ilkelerinden aldıklarıyla yargılar veya taşıdığı değerlerle düzeltir veya değerlerine göre düzeltir: Bu değerlere uygun olanı korur, onlara aykırı olanı ise terk eder. Ve bu fikre bu şekilde hizmet etmeye devam ederse, dindarlığını derinleştirdiğini zannederken dininden çıkmayacağına dair bir garanti yoktur. Batılı insanın ağına her Müslümanın düştüğünü, Müslümanların özellikle ‘medya ve iletişim devrimi’nin ürünlerinin tüketicisi haline geldiğini, hatta bu ürünlerin, ‘çağdaş insan’ın ölümünde parmağı olduğu bilinmesine rağmen Müslümanların bu ürünlerin tanıtımına ve yaşamasına katkıda bulunduğu rahatlıkla söylenebilir.”

Tam bu noktada Taha Abdurrahman, insanlığın çıkışının “toplumsal sözleşme” fazından “emanet sözleşmesi” fazına geçmesi olduğunu savunan bir teori koyuyor ortaya. Teori aslında yeni değil elbette ama gördüğüm kadarıyla Abdurrahman gayet derli toplu şekilde çerçeveliyor meseleyi.

Yerim dar ama yine de şunu ifade etmek isterim: “Mülk alemi” ile “melekut alemi” arasındaki dengesizliği yeniden “melekut alemi” lehine toparlamanın insanlığa önemli bir getiri sağlayacağını görmemizi istiyor yazar. Bunu, çok önemli buluyorum insanlığın geleceği açısından.

Tanrıyı yendiklerini düşünerek (ki Tanrı zannettikleri kiliseyle giriştiği mücadelede teorik olarak haklılardı) tüm sözleşmeleri insanla insan arasında akdetmeyi “gelişim” sayan batının her şeyi “mülk alanı”nda tutması, dünyaya çürümüşlükten başka bir şey getirmiş değil. Artık çiğnene çiğnene sakız olduğu için bir türlü gerçek anlamına doğru ilerleyemediğimiz “emanet bilinci”, tüm bu “mülk alanı” saçmalığını yerli yerine koyarak “üst sözleşme”ni yaratıcı ile insan arasında yapılmasını sağlayacak tek kavramdır.

İnsan, öldüğü yerden doğrulacak ve bu doğrulma onu her seferinde olduğu gibi zombileştirmeyecekse bunun tek yolu “insan ile yaratıcı” arasında yeni bir “sözleşme” akdetmektir. Dünyanın başka çıkışı kalmamıştır.

#toplum
#sözleşme
#insan
#fıtrat