Tetikte

04:0023/06/2024, Pazar
G: 23/06/2024, Pazar
İsmail Kılıçarslan

“Çok sevdiğim ama uzun süredir söylemediğim bir şarkının tüm sözlerini birden hatırlamışım da bağıra çağıra söylemişim gibi sevdim abi ben onu. Sonunda toprağını bulmuş solgun çiçeklerin birden şımarıverip çiçeklenmesi gibi sevdim. Ben onu abicim, çocukluğumda babamın verdiği işlemeli gümüş çakıyı öteberinin arasında birden bulmuşum gibi sevdim. Çocukların pamuk helvayı sevdiği, yaşlıların ziyaretine gelen gençleri sevdiği gibi sevdim.” Neredeyse şairin “azgın bir iştaha” dediği yerden anlatıyordu

“Çok sevdiğim ama uzun süredir söylemediğim bir şarkının tüm sözlerini birden hatırlamışım da bağıra çağıra söylemişim gibi sevdim abi ben onu. Sonunda toprağını bulmuş solgun çiçeklerin birden şımarıverip çiçeklenmesi gibi sevdim. Ben onu abicim, çocukluğumda babamın verdiği işlemeli gümüş çakıyı öteberinin arasında birden bulmuşum gibi sevdim. Çocukların pamuk helvayı sevdiği, yaşlıların ziyaretine gelen gençleri sevdiği gibi sevdim.”

Neredeyse şairin “azgın bir iştaha” dediği yerden anlatıyordu bana nasıl sevdiğini. İkimiz de başka başka açılardan dünyanın sıfır noktasında, gözlerimiz ufukta öylece “bir şey olmasını” bekliyorduk.

Bilirsiniz ya. İnsanın hayatı bir şey olmasını bekleme haline geçmeyiversin. Umut, hem yaşatan hem de insanın ömrünü çürüten bir canavara dönüşür o saat. Yaşarsın ve ölürsün. Her gece ölürsün ve her sabah yaşamak için kendinde belli belirsiz de olsa bir güç daha kaldığını fark edersin. Şaşkınlıkla.

İşte benimle birlikte gözünü ufka dikmiş bu gereğinden fazla yorgun delikanlı da tam olarak “bir şey olmasını bekleme” derdine tutulmuştu. Ve ona “bitmiş bu iş, boşuna zorlama” demenin, tedaviye hiçbir katkısı olmayacağını en çok kendimden biliyordum.

“Ölümü ya da ölüme benzer bir kaybı, bütün gerçekliğiyle kabullendikten sonra başlıyor insan yas tutmaya. Yas uzun da sürse, kısa da sürse sonunda bitiyor. Yas tutmaya başlamanı öneririm” demeyi aklımdan geçirsem de elbette söylemedim ona bunu. Sadece, uzak bir dostun kendisine “nasılsın?” diye sorulduğunda verdiği o geniş zamanlı cevabı fısıldadım: “İyi olur inşallah.”

Hâlbuki olmazdı. Daha doğrusu, iyi olmak için gereken şartların ne olduğunu tamamen bilse bile insan, iyi olmak tamamen mecal işidir, biliyorsunuz. Kötü olmak için gayret etmenize, emek sarf etmenize ihtiyaç yoktur. Zaten ve kendiliğinden gelişiverir her şey. Oysa iyi olmanın, iyi hissetmenin yolu pek zahmetlidir. Kimde işe yarayıp kimde işe yaramayacağını elbette bilmem ama bütün bir psikoloji külliyatının tam da bunun için var olduğunu bilirim.

“Olur mu dersin abi?” diye sordu. Beklemiyordum bu soruyu. Afalladım bir anlığına. Cevabı bilmediğimden değil. Cevap “tabii ki olmaz.” Orası net. Ancak bu bir umuda tutunma duygusunu da nerde olsa tanırım. Kendisine haksız yere kurşuna dizilme kararı verilmiş bir askerin, üzerine tüfekler doğrulmuşken, o duvarın önünde, ölmeden önce hissettiği son sorudur o: “Olur mu?”

İnfaz mekanına koşa koşa bir askerin geleceğini, elindeki kağıdı infaz mangasının kumandanına göstereceğini ve kumandanın “durun, bir yanlışlık varmış” diyeceğini hayal ederek ölmek. Umut ederek ölmek. Bir şey olacağını umut ettiğinden ölmeyeceğini düşüne düşüne ölmek.

Yine de bir cevap vermem gerekiyordu bir noktada. “Nasipse olur, niye olmasın?” dedim; “hani bir müşrik elinde bir parça pişmiş et tutarak Efendimiz(s.a.v)’e gelip ‘bu benim nasibim mi, söyle bakalım’ demişti de Efendimiz(s.a.v) de ona ‘yersen nasibindir’ demişti. Unutma bunu.”

Aslında ne dediğimi anlamıştı. Ve ben, aslında ne dediğimin anlaşılmasını istemiştim.

Çünkü o kız, gönlünü put sanıp kırmıştı bizimkinin. Ve üstelik hikayede şaşırtıcı hiçbir şey yoktu. Kız buna göre değildi, bu da kıza göre değildi. Bu kadar basitti. Ancak bu basitlik, insanın hayatına devam etmesini sağlamadığı için insan, üstelik her seferinde o basitliği karmaşık hale getirirdi.

“Neyse abi, hem sıra sende zaten” diyerek düğümledi meseleyi bizim delikanlı. Nefesimi kontrol ettim. Dürbünü rüzgara doğru ayarladım. İşaret parmağımı biraz ısındırıp tetiğin üzerine yumuşacık yerleştirdim. Namlunun tam da bana, kafama doğru döndüğünü biliyordum elbette ama çok eski alışkanlığımdı ateş etmeden önce hakkıyla hazırlanmak.

“O zaman başlayayım” dedim; “ama başlamak için bütün cesaretimi toplayıp bir kapının önünde durmam lazım. Kapının açılıp açılmayacağını düşünmeden üstelik. Buna asla hazır olamadım ben.”

“Sen hele niyet et de Allah bir kapı açar be abi” dedi. Gülümsedim. Rolleri bu kadar hızla değişmek için gereken tek şeyin “insan olmak” olduğu geldi çünkü hatırıma.

#sevgi
#hayat
#İsmail Kılıçarslan