Önce hadis-i şerif. Resulullah (s.av.) buyurdu: “Namazımızı kılan, kıblemize dönen, kestiğimizi yiyen… İşte o Müslümandır.”
Ardından fıkra. Cennete yeni giren müminleri oryantasyona almışlar. Görevli melekler, müminlere cenneti dolaştırırken bir kapının önüne gelinmiş. Görevli meleklerden biri demiş ki “burada çok sessiz olmanız gerekiyor.” Müminlerden biri sormuş: ‘Niye ki?” Görevli melek cevap vermiş: “Burada ehlisünnetin kalesi olduğunu zanneden Türk hocalar var. Cennete sadece kendilerinin girdiklerini düşünüyorlar.”
Sonra da bir hatıra. İsmi bende mahfuz bir ağabeyimiz 1979 yılında bir grup arkadaşıyla beraber Konya’dan Mehmet Zahit Kotku Hazretlerini ziyarete gider. Abimiz, Mehmet Zahit Kotku Hazretlerinin yanındayken içeriye, Allah uzun ömürler versin, Cevat Akşit Hoca girer. Akademik faaliyetler için Paris’e gideceğini, şeyh efendinin kendisine bir tavsiyesi olup olmadığını sorar. Kotku (k.s.) kendisine şöyle söyler: “Evladım, sen Paris’te doğruca Muhammed Hamidullah Hocayı bul ve ona tabi ol.”
Dikkat isterim. Hem de çok dikkat isterim ki 20. yüzyılın en mühim Müslüman şahsiyetlerinden biri olan, âlim ve fazıl kişiliği ile nesiller yetiştiren Mehmet Zahit Kotku’nun (k.s) “tabi ol” dediği Hamidullah için o sıralarda Necip Fazıl rahmetlinin bir “kâfir” demediği kalmıştır. Mehmet Şevket Eygi ise sahibi olduğu yayınevinde dünyada ne kadar Müslüman çağdaş âlim ve şahsiyet var ise onları “mürtet” ilan etmek için kitaplar yayınlamaktadır ve Hamidullah Hoca onun da radarındadır. Hocanın “çağdaş bir klasik” mesabesindeki “İslâm Peygamberi” isimli nefis siyerini yerden yere vurmakta, hocayı sapıklıkla itham etmektedir. Atmosfer o düzeydeyken “evladım, sen Hamidullah’ı bul ve ona tabi ol” demek az şey değildir.
Geleyim “sizin cennetinizde kimseye yer yok” dediğim adamların hâline, ahvaline.
Geçenlerde biliyorsunuz, acı bir kayıp yaşadık. Bir “gönül sultanı” olduğuna zerrece şüphe duymadığım Ömer Tuğrul İnançer (k.s), emaneti sahibine teslim etti. İnançer’in henüz cenaze töreni yapılmadan da şöyle fantastik bir şey oldu. Kendisini “Allah’ın dininin Türkiye distribütörü zanneden” bir yayıncı “bu adam Hazret-i Muaviye’ye sadece ‘Muaviye’ demiş biridir. Biz buna rahmet dilemeyiz, arkasından da ta’n ederiz” yazdı. Hadi o yazsın. “Cahil cühela” der geçeriz. Bu “distribütör arkadaş”ın yazdığına kim destek verdi biliyor musunuz? 28 Şubat sürecindeki metruş hali dün gibi aklımızda olan, şimdilerde ise sakalın farziyeti hakkında konferanslar düzenleyen bir başka ‘distribütör” hocamız. Yüzlerce insan da bu fantastik düzleme destek verip “Allah razı olsun sizden, bugün de Allah’ın dinini kurtardınız” düzeyinde şeyler yazdı, iyi mi?
İşin burası böyle de diğer yanı güllük gülistanlık mı? Değil elbette. Müslümanlığına şehadet edip ardından rahmet dileyeceğimiz bir gazeteci arkadaşımız da “rahmet dilemem ben Tuğrul İnançer’e” yazdı mesela. Niye? Bilmem. Belki Tuğrul İnançer tasavvuf yolunun yolcusu olduğundan belki Erdoğan’a destek verdiğini gizlememesinden, şundan bundan. Bir mümin, bir başka mümine rahmet dilememeyi bir “erdem” olarak kodladı anlayacağınız.
Açık söyleyeyim mi? Bence delirdik. Hem de toptan delirdik.
Tüm İslâm tarihi boyunca Müslüman aklın “furuat” kabul ettiği meselelerin hepsi üzerinden korkunç bir din dili kurup küçük iktidar alanları yaratılırsa delirmemiz normal.
Sonunda cennete Ömer Tuğrul İnançer’i (k.s) bile layık görmeyen bir aptallık biçimine kadar geriledik. Buradan gerisi cehennemin dibidir artık.
İnsanlığa “Lâilaheillallah deyin, kurtulun” diyen Peygamber’in ümmetinin geldiği nokta öyle acıklı, öyle sağlıksız, öyle primitif bir nokta ki inanamıyorum artık olana bitene.
Bugün olmazsa yarın sıra hepimize gelecek. Hepimizi tek tek Allah’ın dininden şutlayıp kendi dinlerini, kendi cennetlerini, kendi sıratlarını, kendi mahşerlerini kuracaklar. Gidişat bu yönde.
İşleri güçleri kendi sanal iktidarlarını kurup sahip oldukları küçük takipçi kitleleriyle “asr-ı saadet kurduklarını” düşünen ve fakat toplumun geneline kurabilecek tek bir cümleleri olmayan “ehlisünnet kaleleri” ile mesafe alamıyoruz. Bir simülasyonda yaşamayı “Allah’ın dinini kurtarmak” zanneden adamlarla olmuyor.
İşte bu yazım üzerinden belki de onlarca hakaret işiteceğim. Ehlisünnetin yılmaz bekçileri, Sünni aklın vazettiği bütün ilkelere ihanet ederek Selefi bir çizgiye ilerlerlerken sorun olmayacak ama ben kaygılarımı yazdım diye gavurdan kâfire, müşrikten Şia seviciye kadar onlarca hakarete maruz kalacağım.
Ama yazmaya devam edeceğim. Cennete layık görmediğiniz adamlar adına söz almaya devam edeceğim. Kenarda köşede kalmış tüm tartışmalara mal bulmuş mağribi gibi atlayıp “ana çizgi”yi daralttıkça daraltan o körleşmiş zihniyetinizle elimden geldiğince mücadele edeceğim.
Hadi bir şey daha söyleyeyim: AK Parti’nin ve Erdoğan’ın size sağladığı özgürlük alanını çarçur ediyorsunuz ya şimdi. Önünüze gelene hakaret edip insanları kâfir, müşrik, mürtet, sapık ilan ediyorsunuz ya. Bu özgürlük alanında hayır hizmette yarışmak dururken mahalle bebeleri gibi birbirinizle itişip durmayı “Allah’ın dinini kurtarmak” sayıyorsunuz ya, hah. Ben sizi Allah gecinden versin, Türkiye’de iktidar değiştiğinde de görmek isterim. Bakalım asıl mücadele etmeniz gereken alanla ilgili ne yapacaksınız? Ben size söyleyeyim: Sakalınızı kesip çokoprens almaya gideceksiniz. Apolet korkunuz din gayretinize galebe çalacak. Kalabalıkta kabadayılığınız tenhada kuzuluğa dönecek.
Arkasından “ta’n ederiz” dediğiniz adam 28 Şubat’ta kudretli bir paşaya “biz Cerrahi dervişiyiz, size boyun eğmeyiz” demiş adamdır. (Sözün doğrusunu buraya yazamıyorum. Bilen bilmeyene nakletsin.)
O yüzden sınanmış ömürlerle sınanmamış artistliğinizi bir tutmayın. Komik oluyorsunuz. Anlaştık mı?
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.