“Sırrım dimeyem kimseye”

04:003/04/2022, Pazar
G: 3/04/2022, Pazar
İsmail Kılıçarslan

Çok basittir bizim oranın düğün çorbası. Yoğurtlu bir çorba yapılır. Üzerine tereyağı ve nane yakılır. Herhangi bir numarası da yoktur, herhangi bir özelliği de. Düğünlerde ikram edildiği için düğün çorbası denir.Çok severim ben düğün çorbasını. Daha doğrusu Ramazan geldiğinde anneme iftara gideceksem ona düğün çorbası sipariş etmeyi çok severim. Daha doğrusu çok severdim. Artık düğün çorbası sipariş edebilecek bir annem yok. Önce yaşamanın kendisine artık çok ağır geldiğini düşünmeye başladı. Ardından

Çok basittir bizim oranın düğün çorbası. Yoğurtlu bir çorba yapılır. Üzerine tereyağı ve nane yakılır. Herhangi bir numarası da yoktur, herhangi bir özelliği de. Düğünlerde ikram edildiği için düğün çorbası denir.

Çok severim ben düğün çorbasını. Daha doğrusu Ramazan geldiğinde anneme iftara gideceksem ona düğün çorbası sipariş etmeyi çok severim. Daha doğrusu çok severdim. Artık düğün çorbası sipariş edebilecek bir annem yok. Önce yaşamanın kendisine artık çok ağır geldiğini düşünmeye başladı. Ardından da kapatıverdi kontağı. “Yeter” dedi bir bakıma.

Annemi anlamadığımı söyleyemem ama bunu size anlaşılabilir cümlelerle anlatmanın bir yolunu bulamıyorum. Zaten artık faydası da yok. Anlatmanın.

Annemin hayatımda olmadığı ilk Ramazan orucumu tutuyorum.

Annem arayıp “başın ağrıyor mu, orucun rahat mı?” diye sormayacak demek ki bu Ramazan. “Başın ağrırsa hemen git, bir iğne ol” diyen olmayacak bana.

Biz anne-oğul, o derin, köklü, geçmeyen baş ağrısının ne bitmeyen bir çileye dönüştüğünü iyi biliriz. Bilirdik.

Çatkılar, ilaçlar, karanlık ve sessiz odalar… Sanki bir dakika, sadece bir dakika uyuyabilsek o derin zonklama, o tarih öncesinden kalmış gibi duran acı çekme biçimimiz sona erecekmiş gibi ve yattığımız uykudan kalkmasak da olurmuş gibi. O zonklama bitse, yetecekmiş gibi.

Geçmeyecek o zonklama. Azalacak belki. Ama geçmeyecek.

Sadece kendisinin tanıdığı, babamın bile haberinin olmadığından emin olduğum fakirleri için beni aramayacak olması da var tabii.

Ramazan’dan bir vakit önce arardı mutlaka. Telefonu kulağıyla başörtüsünün arasına sıkıştırıp öyle konuşurdu benimle. Görmezdim ama bilirdim. O yıl zekatımın ne kadar olduğunu sorardı. Rakamı öğrenince zekatımın ne kadarını benim tanıdığım insanlara vereceğimi öğrenmek isterdi. “Hepsini sen planlayabilirsin” derdim. Planlardı. Zekât düşecek durumda olan hiç kimseyi atlamadığından emin olana kadar planlardı.

Kafasında bir “ihtiyaç sıralaması” belirlerdi. Bilirdi çünkü insanların durumlarını. Sırlarını bilirdi insanların. Dahası, sırlarını bir bardak su verir gibi rahatlıkla verirdi insanlar ona. O genetik mirası bir bakıma ben devralmışım denebilir. Bir farkla ki, annem insanın sırrını da bilirdi. Ben sadece sırlarını bilirim. İnsanların.

Bir de tabii Ramazan Bayramı’nın arife günü yola düşüp Ankara’ya gitme meselesi vardı. Annemin hayatının en önemli meselesiydi sanırım o yolculuk. Önce Ankara’ya, bir bakıma varoluşsal olarak kaçtığı yere gitmemek için direnir, direnirdi. Çeşitli bahaneler, çeşitli kaçma yolları denerdi.

Kaçarının olmadığına ikna olunca arabaya biner, yol boyunca acı çekerek devam ederdi yolculuğa. Anlatırdı. Parça parça ve sadece olaylar üzerinden. Duygular üzerinden değil. Sizin, olaylar üzerinden anlamanız gerekirdi duygularını.

Ve tabii beni mutlaka uyarırdı. Seferi olduğum için oruç tutmadığımı kimseye ama kimseye belli etmemem gerektiğini birkaç kez hatırlatırdı yol boyunca.

Doktorlar kalp krizi dediler ama ben biliyorum. Annemi “kimseye bir şey belli etmeme zorunluğu” öldürdü. Saklamak öldürdü annemi. İdare etmek öldürdü.

Bir kez bile “ben seni sevmiyor ve önemsemiyorum” demedi, diyemedi sevmeyip önemsemediği insanlara. Bir kez bile “bu istediğin şey çok saçma” diyemedi saçma istekleri olan insanlara.

Teşvik ettik onu. Konuşsun istedik. Anlatsın. Anlatmadı. Halıların ilmeklerini saydı. Göğün yıldızlarını saydı. Kur’an’ın cüzlerini saydı ama bir kez olsun sayıp dökmedi derdinin ne olduğunu.

Şimdi annemin olmadığı ilk Ramazan’ın ilk orucunda, annemin ölüm haberini aldığım otelin annemin ölüm haberini aldığım sıra kaldığım odasında annemin yüzünü hatırlamaya çalışarak öğle ezanı dinliyorum.

Ezana, anneme ve oruca tutunarak boşluğa bırakıyorum kendimi. Açlığın boşluğuna ya da dünyanın en güzel boşluğuna.

Hayır, ağlamıyorum. Ama anlıyorum artık. Annemi. Yaşamdan çok sevdiği için ölümü, yaşamayı reddederek öldü.

Düğün çorbası sipariş edecek kimsem yok artık. Anlıyorum.

Hayır, ağlamıyorum. Birdenbire büyüdüm bir otel odasında. Ona yanıyorum.

#Ramazan
#Ankara
#oruç