Dosta sordum: “Peki ama bunca ihanete nasıl dayanıyorsun?”
Bu soruma bir cevap verdi ama önce başka bir şey anlatmalıyım size.
O uzun, nizami, düz yoldan yürürken “hayat gibi işte, yürüyüp gidiyor, sonunda da ölüyorsun” diye düşünüp hemen ayıplamıştım kendimi bu gelişmemiş, eksik düşüncem için. Çünkü hayatın yolu, evet, uzun olabilir ama asla nizami değil. Patikası o kadar fazla, girintisi çıkıntısı o kadar bol ki. Zaten dümdüz bir yol olsa “bizi o dümdüz yola eriştir” diye dua eder miyiz yolun sahibine?
“Girdiği patikayı ana yol zanneden ahmakları ne yapacağız peki?” diye sordum dosta. Bu soruma da cevap verdi ama önce başka bir şey anlatmalıyım size.
On sekiz ay olmuş mürşidini görmeyeli. Sessiz, sakin, dünyayı ve içindekileri incitmemek için yaşayıp giden o abimiz, o on sekiz ayın sonunda, o tahta kapının önüne dikilip mürşidinin teşrifini beklemeye koyulmuş.
Uzun sürmüş. Aslında uzun sürmemiş de, abimiz için asra bedel olmuş o üç beş dakikalık bekleyiş. Kapı açılınca ve mürşit kapıda görününce kamaşmış abimiz. O kamaşmayla başı dönmüş ve düşmüş olduğu yere. Koluna girmişler, kaldırmışlar. Kendinde değilmiş zannıyla kendine getirmişler.
Yeri geldi, bunu söyleyeyim madem. İnsanlık tarihi “tam da kendindeyken kendinde olmadığı düşünülerek kendine getirilmeye çalışılan” insanlarla dolu. Çünkü kendileriyle aynı hizaya girip aynı hizaya yazılmazsa o kendinde olan kişi, biliyorlar ki, kendi kurup oynadıkları oyun bozulacak.
Yerden kaldırıp “kendine getirdikleri” abiye sormuşlar: “Ne oldu?” Abi, hayret içerisinde sormuş: “Asıl size ne oldu? O kesif karanlığın birden dağılıp güneşin birden doğduğunu göremeyecek kadar mı kör oldunuz?”
“İyi ama buncasını gördükten sonra her gün yataktan kalkıp hayata karışacak gücü nasıl buldun?” diye de sordum dosta, sormadan olur mu? Bu soruma da cevap verdi ama önce başka bir şey anlatmalıyım size.
“Hayatı dışlayan her bilinç yaralıdır” dizesi bir bomba gibi düştü akşamıma. Şükrettim bunun için. Çünkü sözün hala bir bomba olabildiğini, insanı yıpratabildiğini, sarsabildiğini, hatta öldürebildiğini ne kadar olmuş hatırlamayalı. Sözü düşürdü insan. Onu, kirli, artık işe yaramaz, tekrar kullanılamaz bir mendil gibi attı kaldırıma. Sonra kimse tutup kaldırmadı onu. Geri dönüşüm işçileri bile rastlamadılar ona. Rüzgarda biteviye ve anlamsız şekilde dolaşmaya başladı söz. “Önce söz vardı. Artık yok” dedi aklının bu işe erdiğini düşününler. “Söz ola kese başı, söz ola bitire savaşı” dedi medeniyetçiler o romantik, hülyalı ve hiçbir işe yaramaz bakışlarıyla. “Sana söz yine baharlar gelecek” dedi politikayla ciğerini söndürmüş öfkeli kalabalık. O sözün bu “söz” olmadığını bile bile yaptılar bunu.
Ve evet. Hayatı dışlamadığım için dışlandım her yerden. “Ne ki insanın başına gelmiştir, onu anlamak zorundayız” dediğim için kovuldum zaten hiç davet edilmediğim masalardan. Ne dediğimin farkındayım. Davet edilmemiş, davet edilmediğim için de masaya oturmamıştım. Ne ki beni davet edilmediğim ve oturmadığım masadan kovduklarını düşünerek hırslarını, kibirlerini, o bit yavrusu benliklerini tatmin etmek istediler.
“Metro şurası mı?” diye sordum dosta. “Hemen şu asansör” dedi bana.
Onca havalandırma çabasına rağmen insanın burnuna gelip yerleşen o küf kokusunu ciğerime çektim. “İnsanı” dedim, “en çok bu çürümüşlükten yapmışlar be abi. O yüzden anlıyorum. Mutlulukla anlıyorum ki biz bu dünyaya yenilmeye gelmişiz ve bu yenilgiden yana hiçbir endişemiz yok. Hatta diyebilirim ki yenseydik sorun olurdu. O yüzden mağdur da değiliz, kurban da. Patikalardan uzak olmayı duamız belleyip yürüyedurmamız tam bundandır böylece.”
Az kalsın unutuyordum: Aslında kurbanız da, o anlamda değil
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.