Mübarek cuma günü yazıyorum yazımı. Ve niyetim vallahi de billahi de herhangi bir kavga çıkarmak değil. Zaten herhangi bir şekilde kavga çıkarmaya niyet ettiğimde canı sağ olası “Sünniliğin kalesi hocalarımız” derhal ekmek paramla korkutuyorlar beni. Biri Yeni Şafak’a şikâyet ediyor, diğeri Semerkand Televizyonu’na “Bu adamı niye çalıştırıyorsunuz?” diyor falan. Aklıma bir Sezai Karakoç cümlesi geliyor: “Sizin ekmek parasından başka derdiniz yok mu?”
Fakat bir meselede, kavgaya girmeden, tartışmaya bulaşmadan kendimi izah etmek istiyorum. Çünkü o meseleyi çok ama çok önemsiyorum.
O meselenin adı ise “Sünnilik.”
Efendim, ben Sünni’yim. Ergenlikte ve gençliğimin erken dönemlerinde yaşadığım bazı “mahalle içi savrulmaları” hesaba katmazsak -ki katmayın lütfen- Sünni olmayı da çok önemseyen bir Sünni’yim.
Dahasını da söyleyeyim. Bendeniz Sünni olmayı ve Sünni tavırda kalmayı Müslümanların geleceği adına “olmazsa olmaz bir ana şart” olarak değerlendiriyorum. Hatta genel yayın yönetmenliğini yaptığım Cins Dergisi’nin bidayetinden bu yana ortaya koymaya çalıştığımız temel düşünce aksı da tam burası: Sünniliği, onun oluşturduğu imkânları şehre, dünyaya, geleceğe taşımak ve Sünniliği “bir akıl ve yöntem bütünü” olarak anlamanın imkânlarından faydalanmak.
Hal böyle olunca “İsmail Kılıçarslan Şeriatın dört sütunundan biri olan icmâ’yı inkâr ediyor” gibi saçma sapan ithamlara maruz kalınca şöyle düşünüyorum: “Demek ki adamın ayağına çok sağlam bastım.”
Anlatmayı, izah etmeyi bile zül addederim lakin inkâr etmek şöyle dursun, Sünni aklın ortaya koyduğu icmâ yöntemini “gündelik hayatın devamlılığı için neredeyse mucizevi bir çözüm” olarak görüyorum ben.
Basitçe anlatmam gerekirse söylemediğim, iddia etmediğim, ileri bile sürmediğim bir şey “icmâ’yı inkâr etmek.” Dahasını da söyleyeyim. İcmâ mekanizmasını daha fazla çalıştırmamaya kızabilirim en fazla, icmâ etmeye değil.
Yine basitçe ve “şap beni şup beni öp beni yala beni insanları”nın bile anlayabileceği bir dilde anlatmam gerekirse Sünni Müslümanlar “topluca yanlışta birleşmeyecek bir ümmet olduklarını” en çok icmâ yoluyla gösterirler dünyaya. Mut’a “icmâen haram”, organ nakli ya da satranç icmâen “caiz”dir ve bu, mucizevî bir “bir araya geliş”tir.
Bu mekanizmanın sıhhatle çalıştırılmasının önündeki engel ise 600, 700, 800 yıllık bazı icmâları hâlâ “cârî” kabul etmedeki kekreliktir. Bilinen şeydir ki “durum değişince değişmeyen şey Nass’tır, fıkhetmek ya da fetva değil.” Basitçe söylemek gerekirse Osmanlı uleması uygulamadaki şartların değişmesini göz önünde bulundurup “vakıf senedi”ne de fetva vermiştir, “kavlî nikâh”ı da ilga etmiştir. Daha iki-üç yıl önce Kamboçya-Tayvan taraflarında Müslümanların yemeyi “icmâen helal” kabul ettikleri bir su canlısının insanlara bulaşan bir hastalık yaydığı tespit edilmiş ve bölgedeki İslâm âlimleri yine “icmâen” o hayvanın yenilmesini haram sayan bir fetva vermişlerdir.
Gelelim bir başka meseleye. “Bugün fıkheden bir âlim, doğmuş olma bakımından İmam Gazzali ile eşittir” dememi de problem etti “Sünniliğin kalesi hocalarımız.” Oysa söylediğim şey çok basit. Bugün de İmam Gazzali yetişebilir ve zaten bu “kale hocalarımızın” temel iddiası da çağımızın İmam Gazzali’lerini yetiştirmektir. Gerçi hem kendi birikimleri hem de “ilim” diye okutturdukları müfredat İmam Gazzali yetiştirmeye müsait midir değil midir, orasını bilemiyorum tabii.
Yine basitçe ve yine “beni Youtube’da niye takip etmiyorsunuz hocalarının” bile anlayacağı şekilde söylemem gerekirse “Nassa muhatap her insanın İmam Gazzali olma şansı olduğu için İslâm’da ruhban sınıfı yoktur. Şartlar olgunlaşır, ilim tamam olursa herkes İmam Gazzali olabilir. Ne ki İmam Gazzali bir sebep değil, muazzam bir geleneğin ve toplumsallığın doğal sonucudur. Youtube’da şakalar komiklikler yaparak oluşturulan toplumsallıktan İmam Gazzali yerine insanları ekmeğiyle tehdit eden tuhaflıklar çıkar en fazla. Başkası değil.
İki meseleyi üzerine bastıra bastıra izah etmek istiyorum. Birincisi, bundan böyle bu “şap beni şup beni hoca” benim hakkımda ne söylerse söylesin bu yazı, onu şahsen ihsas ederek yazdığım son yazıdır. Bunun da onunla değil, bir alkolikken babamı işinde gücünde güzel bir adama dönüştüren ve kendilerine her daim “bir baba borçlu olduğum” Menzil ocağı ile ilgisi vardır. Benim yüzümden o ocağın tek bir ferdinin yüzü bulutlansın istemem.
İkincisi, Sünni aklın, Müslümanların ve insanlığın kurtuluşu için yegâne akıl olduğunu düşünüyorum, düşünmeye de devam edeceğim. Kendilerine “Sünniliğin kalesi” pozu vererek “akıp giden hayatı durdurmaya çabalayan” bu Youtube hocaları ile de her seferinde derdimi izah etmeye çabalayarak mücadele etme gayretinde olacağım.
İki dedim ama şu da üçüncüsü olsun: Kardeşlerim. Son derece düzgün bir ocağın içindeki “şaşkın oduna” kızarak ocağa hürmetsizlik eden biri değilim, olmadım, Allah izin verirse de olmayacağım. Keşke Abdülmetin Balkanlıoğlu Hocam hayatta olsaydı da onunla bir sarılsaydık. Bilmem anlatabiliyor muyum?
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.