Sevim abla

04:0020/02/2022, Pazar
G: 20/02/2022, Pazar
İsmail Kılıçarslan

Zayıfça bir bedenin üzerine konulmuş güzelce bir yüz ve kocaman gözler. “Değişik güzel” denilen bir güzelliği vardı Sevim ablanın ama yine de herkes onu hastalıklı zannederdi. Çünkü o yıllarda zayıfça olmak güzelliğin değil sağlık kusurlarının ölçü birimiydi.O yıllar dedim değil mi? Uzay çağının öncesi, hatta çoğumuz için milattan öncesi. Uzun bekleyişlerin, uzaktan bakışların, tabiatıyla uzaktan sevmelerin çağı… Uzaklığın, yakınlığı artırdığı çağ. Müslüm Gürses’in ve Ahmet Kaya’nın, Cemal Süreya’nın

Zayıfça bir bedenin üzerine konulmuş güzelce bir yüz ve kocaman gözler. “Değişik güzel” denilen bir güzelliği vardı Sevim ablanın ama yine de herkes onu hastalıklı zannederdi. Çünkü o yıllarda zayıfça olmak güzelliğin değil sağlık kusurlarının ölçü birimiydi.

O yıllar dedim değil mi? Uzay çağının öncesi, hatta çoğumuz için milattan öncesi. Uzun bekleyişlerin, uzaktan bakışların, tabiatıyla uzaktan sevmelerin çağı… Uzaklığın, yakınlığı artırdığı çağ. Müslüm Gürses’in ve Ahmet Kaya’nın, Cemal Süreya’nın ve Cahit Zarifoğlu’nun çağı.

Yok. “Güzel yıllardı beee” demem. Her kuşağın kendi zamanı güzel. Toplamda galiba çocuk ve genç olmak güzel olan. Çağın kendisinde güzellik aramamız nasıl derler arifane bir tecahül sadece ve galiba.

Zayıfça bir bedenin üzerine konulmuş güzelce bir yüzdeki o kocaman gözlerin mutlulukla parıldadığını, aydınlıkla ışıdığını hiç görmedim. Derin, derinleşmiş iki çukur desek sezadır.

Yok. Öyle büyük bir derdi, kocaman sorunları, yeni neslin anlayacağı dille söyleyecek olursak aşamadığı bir travması falan yoktu Sevim ablanın. Mahallenin pek çok diğer kızı gibi liseden sonra biçki dikiş kursuna gitmiş, berber Akif abiyle ortalama bir mahalle düğünü ile evlenmiş, biri kız biri oğlan iki yavrusu olmuş, nohut oda bakla sofa o Ankara evinde pazenden elbiseler dikerek kendi harcını kendi gören bir kadına dönüşmüş biriydi Sevim abla. Akif abinin kırk yılın başında kahveye çıkması, hesabına hoşkin oynaması, düğünlerde limonatanın içine karıştırılıp verilen votkadan bir bardak içmesi dışında en küçük bir kötü alışkanlığı da yoktu. Bırakın fiske vurmayı, bağırış çağırışı, öf demezdi karısına da kimseye de.

Ya neydi peki Sevim ablanın gözlerindeki ışıltı eksikliğinin nedeni? Neydi sürekli bezgin, umutsuz, çekingen, hüzünlü biri olarak yaşayıp gitmesi?

Fıtrat diyeceksiniz değil mi? Artık kimse inanmıyor ki insanın fıtraten hüzünlü biri olabileceğine. Yaratılıştan hüzünlü olmanın yasaklandığı bir zamana gelip çattık. O yüzden ben, sorumluluklarının farkında bir yazar olarak, bir karakterimden “yaratılış itibariyle hüzünlüydü” diye bahsedemem. Başka bir şey bulmam lazım. Bir sebep, bir bahane bulmam lazım.

Fakat aynı zamanda anlattığı şeyin acemisi bir yazarım ben. Aile içi şiddetin önünü kestim, travmaların önünü kestim, fakirliğin önünü kestim, anne olamamanın önünü kestim. Kalmadı elimde bir şey. Bir çözümüm yok.

O zaman olanı olduğu gibi anlatayım size.

Günlerden bir gün Sevim abla sokakta yolumu kesti. “Şair oğlan, sana bir şey soracağım” dedi. “Buyur abla” dedim. “Turgut Uyar’ı sever misin?”

Anlatabildim mi?

Geçenlerde bana “niçin şair oldun?” diye sordular. Bu kez numara yapmak istemedim. O yüzden şöyle cevap verdim: “Kendimi nasıl ifade edeceğimi bir türlü bulamadığımdan şair oldum. Hala da ifade edebilmiş değilim.”

Anlatabildim mi?

Sevim ablanın hüznü, tanınmak için değil tanınmamak içindi. Zayıfça bedeninin üzerindeki güzelce yüzü ve kocaman gözleri, dünyaya fırlatılmış ve ona bir türlü sığamayan biri olmaklığı yüzünden ışıldamıyordu.

Bunun böyle ve böylece olduğunu bilen son insanlarız biz. Bizden sonrası şiirsiz bir kıyamet belki de. Bizden sonrası kasada muzafferin durduğu, yokun yok olduğu, dandy, pop-corn ve kalve çorbanın satıldığı bir süpermarkette iyi günlere inanmanın bedbahtlığıdır belki de.

Belki de insan dikine inşa edilmiş bir yalnızlık anıtıdır ve gözlerini ışılatacak bir aydınlığın hayaliyle yaşlanıp gitmektedir.

Anlatabildim mi?

#Müslüm Gürses
#Ahmet Kaya
#Cemal Süreya