Oğlun adam olsa kadına şiddet uygulamaz

04:0027/11/2021, Cumartesi
G: 27/11/2021, Cumartesi
İsmail Kılıçarslan

Malumunuzdur, her 25 Kasım, “Kadına Şiddetle Mücadele Günü” olarak icra edilmeye başlandı. Her ne kadar “idealler dünyamda” bu günün adına şiddetle itiraz etsem de pratikte durum, böyle bir günün oluşturacağı farkındalığın çok daha fazlasına ihtiyaç duyuyor.25 Kasım günü “kadına şiddet” üst başlığında biri film, biri billboardlarda olmak üzere iki ayrı “farkındalık” çağrısı düştü önüme. Billboarddan başlayayım. Semra & Enver Yücel Vakfı’nın hazırladığı billboardda “oğlum adam olacak” cümlesi vardı.

Malumunuzdur, her 25 Kasım, “Kadına Şiddetle Mücadele Günü” olarak icra edilmeye başlandı. Her ne kadar “idealler dünyamda” bu günün adına şiddetle itiraz etsem de pratikte durum, böyle bir günün oluşturacağı farkındalığın çok daha fazlasına ihtiyaç duyuyor.

25 Kasım günü “kadına şiddet” üst başlığında biri film, biri billboardlarda olmak üzere iki ayrı “farkındalık” çağrısı düştü önüme. Billboarddan başlayayım. Semra & Enver Yücel Vakfı’nın hazırladığı billboardda “oğlum adam olacak” cümlesi vardı. Bu cümlede “adam” kelimesinin üzeri çizilmiş, altına da “insan” kelimesi yazılmıştı. Yani “oğlum adam olacak” yerine “oğlum insan olacak” cümlesini öneriyordu bu farkındalık çalışması bize.

Doğrusunu isterseniz “kadına şiddetle mücadele konusunda en işe yaramaz fikri getirin” diyerek bir ajansa breef verilmiş olsa herhalde bu afişi verirdi ajans.

Niçin biliyor musunuz? 20. ve 21. yüzyıl boyunca zayıflatılan, adeta paramparça edilen “erkek kimliği”nin ve “erkek algısının” gelip dayandığı yer “dil düzeyi” olmuş da ondan. “Adam olmak” kalıbını sözlüklerden çıkarmayı önerecek denli kontrolü kaybetmiş bir “erkek düşmanlığının” kadına şiddet konsepti ile ilgisi olmadığı çok açık.

Hatta diyebilirim ki “kimliksizleştirilmeye çalışılan erkeğin sıkıştığı yerin bir adı da şiddet olabilir. Aman dikkat!”

Bu, “kelimelere bile düşmanlık edecek kadar pozitif ayrımcılık”, şiddetin körüklenmesinden başkaca bir sonuç doğurur mu, emin değilim. Hem kadın hakları savunucuları, hem hayvan hakları duyarcıları şu “dile düşmanlık etme” fikrinden vazgeçseler çok iyi olur. Nasıl ki birine “sus ulan köpek” dediğimizde o kalıbın içerisinde kanlı-canlı, dört ayaklı, havlayan bir köpeği kastetmiyorsak “adam olmak” kalıbında da “cinsiyete bir atıf” yoktur.

Hatta diyebilirim ki kız-erkek ayırmadan çocuklarımıza “adam olmayı” öğretsek “şiddetle mücadele”de yol alırız. Zira adam olan gücünün yettiğine şiddet uygulamaz. Yani “oğlun adam olsa kadına şiddet uygulamaz.” Dolayısıyla özelde “kadına şiddet meselesinde” oğullarımızı saçma sapan bir cinsiyetsizlik ve eksiltili, eksiltilmiş bir erkek kimliğiyle yetiştirmek yerine “adam gibi” yetiştirsek sorun kalmaz.

“Adam” yerine “insan” olmayı önermek, çok temelde iki farklı cinsiyetin birbirlerine farklarını da yok saymaya yönelik bir önerme bir taraftan da. Hâlbuki hep söylediğimi bir daha söyleyeyim. Cinsiyet; doğuştan, fıtraten bir şeydir ve Allah kadınları ve erkekleri iyi ki “birbirlerinden farklılıkları olan, birbirlerine çeşitli bakımlardan üstünlükleri olan, birbirlerine sadece doğmuş olmak bakımından eşit iki ayrı cinsiyet” olarak yaratmıştır.

Kadın hakları savunucularının bagajı haline gelen “atanmış cinsiyetler” meselesi de, “toplumsal cinsiyet eşitliği” meselesi de bu bakımdan “kadına şiddetle mücadele” üzerinde bütünüyle faydasızdır.

Farklılıklarımızı koruyan, üstünlüklerimizin kıymetini bilen, birbirimizde huzur bulduğumuz iki cinsiyet olarak yeniden tanımlanması, yani aslına döndürülmesi gerekiyor kadın ve erkek kimliklerinin. “İnsan olmak” üst başlığına sıkıştırılan konseptin kadına şiddetle değil, cinsiyetsizlik konsepti ile bir alakası olduğunun farkına varılması gerekiyor.

Gelelim diğer reklama. Yani filme. KADEM’in hazırladığı filmin önermesi daha dikkat çekici idi bence. Kadına şiddetin aslında genellikle “yanlış konumlanmış sevgiden, çarpıtılmış ilgiden ve manipüle edilmiş davranışlardan kaynaklandığını” anlatıyordu zira. Bugün, sevdiği için döven, kıskandığı için bıçaklayan, ‘ya benimsin ya toprağın’ aptallığından kaynaklı şiddetin kol gezdiği bir atmosfer olduğunu ve bunun kadına şiddette ana etmen olarak rol aldığını anlamak için uzman olmaya gerek yok.

Bu arada bazı kadın hakları derneklerinin alkol ve uyuşturucu bağımlılıklarının kadına şiddetteki rolünü görmezden gelme çabaları, sürekli eğitime ve ekonomik duruma atıf yapmaları da iyice bezdirdi bizi. Yahu, görüyoruz ki eğitimlisi de eğitimsizi de, zengini de fakiri de kadına şiddet uyguluyor. Bilhassa şiddet anlarında alkolün ve uyuşturucunun etkisini göz önünden kaçırarak elde etmeye çabaladığınız şey nedir? “İçip içip karısını döven adam” imgesi işinize mi yaramıyor, anlamıyorum ki?

Yine diğer yandan, kadın, çevre ve hayvan hakları meselelerinin “yasadışı sol örgütlerin ve PKK’nın insan devşirme mekanizması” haline gelmesi de üzücü. Bu alanlara özel olarak çalışan, bu alanlarda inisiyatif alan “tertemiz örgütler”in sayısının artması, kadına şiddetin ise hiç olmaması dileğiyle bitirmiş olayım madem.

#KADEM
#25 Kasım
#Kadına Şiddetle Mücadele Günü