Bilinen hikâyedir. Eski dönemlerden birinde annesi, çocuğunu bir âlime götürüp “efendim, benim oğlum çok şeker yiyor, ona nasihat etseniz de bu zararlı alışkanlığı bıraksa” demiş. Âlimin cevabı “siz şimdi gidin, 40 gün sonra bana tekrar gelin” olmuş. Kırk günün sonunda kadın ve çocuğu tekrar geldiklerinde âlim, çocuğa “şeker yeme evladım, zararlı” demiş. Çocuğun annesi kızmış tabii. “Be adam” demiş, “madem sadece bunu söyleyecektin bizi niye 40 gün beklettin.” Âlim şöyle cevap vermiş: “Sizin bana geldiğiniz sabah ben şeker yemiştim ve hoşuma gitmişti. Çocuğa nasihat edebilmem için 40 gün şeker yemedim ki söylediğim lafın tesiri olsun.”
Bu, burada bir dursun.
Birçok avantajı ve bir sürü hatası olan modern tıbbın kendi içerisindeki en büyük hatalarından biri şifaya değil ilaca inanmaktır bana kalırsa. Bugün modern tıbbın “şifa”dan çok “semptom tedavisi” dediğimiz şeye kafa yorduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Örneği kendimden vereyim. Son yıllarda giderek azalsa da senelerdir “atipik migren” denilen bir illetle kayıtlıydım. Senede 10-15 kere sert bir baş ağrısı atağı yaşardım. Bu ataklarda yapılacak şey belliydi her seferinde: İki ilacı karıştırıp iğne yapmak ve semptomu yani baş ağrısını ortadan kaldırmak. Ne zamana kadar? Bir dahaki atağa kadar elbette. Sıradaki atakta bir karışım daha yapılırdı.
Sonunda hem tıp fakültesi diploması olan hem de kadim hikmetin biriktirdiği tıp mirasına hürmet eden bir doktor buldum da bu atakları “şifa temelli” olarak büyük oranda çözdüm.
Ne demek şifa temelli? Uzun yoldan giderek sizi rahatsız eden şeyin olmamasını, husule gelmemesini sağlamaya çalışmak.
Bu da burada bir dursun.
Türkiye’de ve aslında dünyadaki bütün modernliklerde “şifaya değil ilaca inanmak” hayatın hemen her alanında karşımıza çıkar. Şifası “faize dayalı finans ekonomisini ortadan kaldırıp üretim ekonomisine geçmek” olan ekonomik zorluğun semptomunu vergi toplayarak, finans bularak falan tedavi etmeye çalışmak bana böyle gelmiştir mesela hep.
Kendi silahını üretmek dururken başkalarından silah almak böyledir. Daha kaliteli yaşamanın yolunun “ihtiyaçlarını yönetmek” değil “daha çok para kazanmak” zannedilmesi böyledir.
Herkesin “geçici olana” rıza gösterdiği karanlık bir çağ burası bana kalırsa. Yeter ki o anlık başımızın ağrısı geçsin. Yeter ki o an paramız olsun. Yeter ki o an dilediğimiz hazza ulaşabilelim.
Şu da var: İlaca inanmanın en belirgin yan etkilerinden biri de hazzı ilaç sanmaktır.
Aslında bugünün insanı için “haz”, yaşamın devamlılığından daha önemli bir hale gelmiş durumdadır. Oysa yaşamın devamlılığını sağlamak -şu meşhur öğretilmiş duyarlılıklardan bahsetmiyorum elbette- insanın yaratılış kodlarında mevcuttur. Asıl olan hayatın idamesi, yaşadığımız gezegenin sonraki kuşaklar için tekâmülüdür.
Hazzın, anlık ve geçici olanın peşine düşmenin, ilaca inanmanın en büyük sıkıntılarından biri günün sonunda ilaç bağımlısı olmaktır. Ve hiçbir ilaç dozu "sürdürülebilir hazzı” sağlamaya yetmeyecektir.
“Daha iyisi vardır” cümlesiyle kandırılmış kitleleriz hepimiz. Elimizde olanla yetinmek yerine daha iyisinin peşinde ömür tüketen canlılarız.
Bugün geldiğimiz noktada “ne istersem, nasıl istersem, ne zaman istersem” üçgeninde sıkışmış hastalıklı toplumsal yapılar üretiliyor.
“Belki derdimize çare bir çiçek” diyeceğimiz yeri geçtik çoktan da bari dünyayla ona “şifa istemem balından” diyebileceğimiz bir serinlik ilişkisi kurabilseydik ne güzel olurdu. Belki o zaman kırk gün şeker yemeyen adamlarımız ve o adamlarımızın sözünü dinleyen çocuklarımız olurdu. Dünya güzelleşiverirdi böylece.
NOT: Yedi Güzel Adam’ın son temsilcisi Rasim Özdenören Ağabey de Hakk'a yürüdü. Hakkı verilmiş güzel bir ömür bırakarak çekildi dünyadan. Rahmeten vasıa.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.