Bu yazıyı kaleme alırken henüz Cumhurbaşkanı Erdoğan “Türkiye Yüzyılı”nın yol haritasını açıklamamıştı. Dolayısıyla ne Cumhurbaşkanı’nın Türkiye Yüzyılı için geliştireceği argümanlardan ne de ortaya koyacağı hedeflerden haberdarım henüz.
Fakat şundan eminim. Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye Yüzyılı lansmanında hangi argümanları geliştirmiş olursa olsun, hangi hedefleri ortaya koymuş olursa olsun temel olarak siyasi hayatı boyunca yaptığı şeyi tekrarlamıştır ve “Türkiye’yi kendi gündemine döndürecek” bir yol haritası koymuştur ortaya.
Bizimki gibi ülkelerin en büyük ve en zor ortadan kaldırılacak sorununun “gündeminin başkaları tarafından belirlenmesi” olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Emperyalistlerin, küreselcilerin, komşu ülkelerin, istihbarat örgütlerinin, uluslararası medyanın… Liste uzun. Bizimki gibi ülkelerin gündemini belirlemek için o kadar aygıtı ve o aygıtların o denli uzun bir yöntem listeleri vardır ki.
Ne demek “bizimki gibi ülkeler?” Nüfus bakımından dinamik, konum bakımından stratejik, ekonomik açıdan kaynak ve fırsatlarla dolu, güç bulup da ayağa kalkarsa masaya oturup “güçlü aktör” olabilecek ülkeler. Ekonomi analistlerine sorarsanız Türkiye, Brezilya ve Polonya diyeceklerdir size mesela. Fütüristlere sorarsanız Türkiye, Hindistan ve Japonya diyeceklerdir. CIA’den beslenen uzmanlara sorarsanız Türkiye, Mısır ve Pakistan cevabını alacaksınızdır.
“Bizimki gibi ülkeler listesi”nin değişmeyen üyesi çok uzun zamandır Türkiye’dir ve Türkiye’nin kendi gündemine dönmesi en azından “diğer aktörler” için her zaman “istenmeyen durum”dur.
Hayır. Ülkesine fazladan bir güç hamleden bir hayalperest değilim. Ancak gözüm var ve görüyorum. Dünyada “aktörleşme temayülünü en bariz şekilde gördüğümüz” birkaç ülkeden biri, belki de birincisi Türkiye epeydir. Ve maruz kaldığı operasyonlara, maruz kaldığı yalan haber bombardımanına, maruz kaldığı algı kampanyalarına bakacak olursanız diğer aktörler de bunun epeyce farkında. Geçtiğimiz 10 gün içerisinde “Türkiye PKK’ya karşı kimyasal silah kullanıyor” tezviratını, “Türkiye Yunan sınırında mültecileri öldürüyor” tezviratını ve AK Parti’nin en güçlü isimlerinden Mahir Ünal’ın “Cumhuriyet düşmanı” ilan edilmesini izledik mesela. Birbirinden bağımsız gibi görünen ve birbiriyle en derinden ilgili bu tezviratların tek bir hedefi vardı her zamanki gibi: “Türkiye’yi kendi gündeminden koparmak.”
Tayyip Erdoğan’ın devr-i iktidarında bazen büyük bir maharetle başardığı, bazen başarmakta zorlandığı asıl dip dalga bence budur: “Türkiye’yi kendi gündemine döndürmek.”
Başkaları, başka odaklar, başka mahfiller, başka ülkeler tarafından belirlenen bir gündem değil, bizatihi Türkiye’nin kendi güçlü noktalarından oluşan bir müstakil gündem belirleme çabası biraz da Erdoğan’ın politik mücadelesi.
“Bazen başardığı, bazen başarmakta zorlandığı” dedim, evet. Pratik ve acil olanla mücadele bizimki gibi ülkelerin kaderidir çünkü. Tam Gezi öncesi Türkiye’de neler konuşulduğunu ve ülkenin atmosferini hatırlayınız misal. 15 Temmuz öncesi Türkiye’de neler konuşulduğunu ve ülkenin atmosferini hatırlayınız misal. Gezi, ekonomik ve sosyolojik olarak her şeyin zorlaşmaya başladığı bir dönemi, 15 Temmuz da tabanın aktörleşerek işleri fazladan zorlaştırdığı bir dönemi davet etti memlekete. Bu incecik buz kütlesinin üzerinde Türkiye’yi kendi gündemine döndürmek zor, pek zor bir iş elbette.
Türkiye Yüzyılı’nın ve onun işaret edeceği yeni yol haritasının en temel amacının “Türkiye’yi kendi gündemine döndürmek” olduğundan şüphem yok. Bunun başarılıp başarılmayacağı ise bir başka mesele. Şartlara, gelişmelere, hatta tezvirat kampanyalarının düzeyine bağlı büyük oranda.
Soru şu değil mi: “Türkiye ne yaparsa kendi gündemine dönmüş olur?”
Benim cevabım uzun süredir belli. Üç temel aksı var bu meselenin.
Bir: “Toplumun tamamını kucaklamak” falan gibi genel muğlaklıklar yerine “sosyolojik vesayetlerin” hepsini ortadan kaldıracak etkili bir dil geliştirmek. Bunun bir örneğini Erdoğan’ın geçenlerde ortaya koyduğu ve “Alevi açılımı” diyebileceğimiz zeminde gördük. “Sosyolojik vesayet ağaları” en küçük olumlu gelişmeye tahammül edemediler. O siyah beyaz alanı grileştirmek Türkiye için tarihsel bir zorunluluk ve sorumluluk alanıdır.
İki: Kültürel öndelik için etkili ve endüstriyel bir açılım gerçekleştirmek. Romantik kültür algısından sert ve gerçekçi bir “endüstriyel kültür algısı”na geçmek. Nasip olursa birkaç müstakil yazıyla bu önerimde ne demek istediğimi izah etmeye çalışacağım ama en kısası şudur: “Sızlanan, övünen, gururlanan bir reaktif kültür” aksından “üreten, öneren ve etkileyen bir proaktif kültür” aksına geçmek Türkiye için kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Üç: Siyasal netleşmelerimizin tümünde bir toplumsal mutabakat zemini yaratmak. Yani net bir siyasal ajandayı (dikkat: “politik” demedim) toplumun önüne koyarak bir “hedef birliği” sağlamak.
Mümkün mü peki bunlar? Evet ve elbette. “Şartlara bağlı olmaksızın” bile mümkün. Çünkü “gözü olana gün ışımıştır” denilmiştir ve gözü olanın gördüğü “kaderin rüzgarı”nın Türkiye’nin arkasında olduğudur. Yeter ki üzerimize düşeni yapabilecek cesareti kendimizde bulabilelim.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.