Eşim dostum bile inanmıyor bana bu hususta. “Yahu sorup duruyorsunuz ama ben gerçekten politikadan anlamam, bakanlar kurulunu yahut AK Parti’deki genel başkan yardımcılarını say deseniz bana, en iyimser tahminle yüzde kırk falan olur sayabildiğim isimler” diyorum onlara.
Fakat burası Türkiye malum… Hele hele bir gazetede kalem oynatıyorsanız ve bir köşe işgal ediyorsanız her şeyi ama dünyadaki her şeyi biliyormuş gibi davranmanız gerekir. Dahası, zannediyorum bir süre sonra dünyadaki her şeyi bildiğinize dair ergence bir iyimserlik, hatta bir özgüven de geliştirirsiniz. O sosyal medyada gördüğümüz amcaya dönüşürsünüz: “Yahu ben bu kafayı ne yapacağım bilmiyorum. Her şeyi biliyorum, her şeyi.”
Ben bu “her şeyi bilme” meselesini şöylece yönetmeye çabaladım hep. Bildiğim, hatta bildiğimi iyi bildiğim alanlarda hiç geri çekilmeden yazılar yazdım, yazıyorum. Tabiri caizse “mücadelemi verdiğim alanları ihata edecek” bir performans koymaya çabalıyorum ortaya.
Diğer alanlarda da şöyle bir yöntem belirledim. Mutlak surette yazmak istediğim ancak bilgisine yeteri kadar vakıf olmadığım meselelerde köşe bucak araştırıyorum. “Ne söyleyebilirim?” yahut “bu konuda başkasının söylemediği ne söyleyebilirim?” soruları benim açımdan bir çıkış noktası oluşturabiliyor ve böylelikle mesela, hiç anlamadığım ama dikkat çekmeyi önemsediğim “Afganistan’ın yer altı kaynaklarının dağılımı” meselesine dalmışken bulabiliyorum kendimi. Kendi içerisinde iddialı ama “yeni bilgi vermek” yerine “yeni bir bakış açısı geliştirmek” odaklı yazılar oluyor böyle yazılarım.
Bir de bugünkü gibi yazılar var. Yani “ne olduğunu asla anlamadığım, anlamak istemediğim, bilgisine vakıf olmadığım, dahası vakıf olmak da istemediğim” bir alanda kendimi yazmaya mecbur hissettiğim yazılar. Nereden kaynaklanıyor bu mecburiyet hissi? Sanırım biri benimle, diğeri okurlarla ilgili iki duygudan. Benden kaynaklananı aşağı yukarı “lan oğlum İsmail, memleket bununla kaynıyor, bir şey yazman lazım bu konuda” duygusu. Okurdan kaynaklanan ise “yahu mahalle yanıyor sen saçını tarıyorsun” baskısı. Bir çeşit “söyletme faşizmi” de diyebilirim ama o denli sert değil.
Hal böyle olunca “siyasi yasak aldı mı alacak mı, Meral niye sarıldı, Kılıçdaroğlu niye darıldı?” sorularını cevaplamaya çabalayan bir Ekrem İmamoğlu yazısı yazmaya çalışırken yakalıyorum kendimi.
Hâlbuki dürüstlükle ifade edeyim ki, ne İmamoğlu’nun mahkeme safahatından haberim var, ne altılı masanın adayının kim olacağı ile ilgileniyorum, ne Meral Akşener’in yaptığı “trick”lerle.
Aklımın erdiği birkaç şey var. Onlar da her zaman ve zeminde aklımın erdiği şeyler. “Bu altılı masadan bir yol olmaz” fikri onlardan biri mesela. “Ekrem İmamoğlu teflon bir kişilik olarak var olmaya çabalıyor ama dünyada siyaset teflon kişiliklerin kaybettiği, çapaklı kişiliklerin kazandığı bir meseleye dönüşmüş durumda, dolayısıyla seçmenin İmamoğlu’ndan yana tavır alması imkânsıza yakın” fikri de onlardan biri mesela. Alın size bir başka fikir: “Üzerindeki FETÖ gölgesi kalkmadan Meral Akşener’in bastığı yerde ot bitmez.”
Biraz “kahve dayıları” gibi konuştuğumun farkındayım ama benim zaten politika ile ilgili olarak kurguladığım düzlem, ister inanın ister inanmayın, böyle bir düzlem.
Misal, İmamoğlu’nun “mağduru oynamaya çalışması” ile Tayyip Bey’in yaşadığı mağduriyet arasında bir milyon kilometre mesafe olduğunu bir bilgiye dayalı olarak değil, sarsılmaz bir tecrübe ile biliyorum. Bu da bana “kolaylıkla yerinden edilemeyecek bir politik oryantasyon” sağlıyor.
Her akraba toplantısında, her arkadaş ortamında “sen gazetecisin, bilirsin, kim kazanacak seçimi?” sorusuna “ben gazeteci değil köşe yazarıyım, ilgilendiğim belli başlı konular var, onun dışında pek ilgili değilim bu işlerle” demek isteyen adamım ben. Bir 28 Şubat soğuğunda edindiğim sarsılmaz tecrübe dışında bir politik yönelimim yok.
O politik yönelimim sayesinde 2009 yılına kadar Erbakan Hoca’yı ve onun yer aldığı partileri destekledim. “One minute” ile birlikte Recep Tayyip Erdoğan’a destek vermeye başladım. 15 Temmuz’da da adıyla sanıyla “Reisci” oldum.
Aslına bakarsanız altılı masa nam işe yaramaz organizasyonun adayını tam da bu yüzden hiç merak etmiyorum. Erdoğan’ın 2023 seçimini kazanıp kazanmayacağını da tam bu yüzden merak etmiyorum ki adaydan bağımsız olarak kazanacağına dair güçlü bir inancım var.
Hep söylüyorum yine söyleyeceğim. Adına “Türkiye” dediğimiz bir meselenin peşinde geçirmek istiyorum ömrümün kalanını. Dahası buna mecbur hissediyorum kendimi. Politikayla en çok da bu yüzden ilgilenmiyorum.
Vallahi karışık değil aklım. Aksine öyle net ki…
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.