“İnsanın en kolay kaybolabileceği dehliz çocukluğudur” demek istedim o küçük çocuğa.
Elinden tutup parka götürmenin çare olacağını bilseydim elinden tutup parka götürürdüm onu. Ama öyle çocuklardan değildi işte. Şekerle kandırabileceğiniz, “her şey güzel olacak” vaadiyle susturabileceğiniz…
Susmak haylanırların, yarası sağaltılabilenlerin, akşam eve dönmek isteyenlerin mesleğiydi. Ve bilirsiniz ya, susmanın karşıt anlamlısı konuşmak değildi, hiçbir zaman olmadı. Sadece kandırdılar çocukları.
“Söyle bakalım ne istersin?” diye sormak istedim o küçük çocuğa. Çikolata, pamuk helva, süt mısır ya da ne bileyim öyle bir şey ister zannettim.
“Bir at isterim” dedi bana. “Hani üzerine binilince böyle sallanan o tatlı oyuncak atlardan mı?” diye sordum. Duraksamadan “hayır” dedi, “rahvan giden bir Arap atı istiyorum. Bütün çölleri, bütün dağları, ırmakları ve ovaları geçerek beni buradan, dünyadan götürsün.” Şaşkınlıkla “nereye götürsün istersin seni?” diye fısıldadım. “Dünya olmayan bir dünyaya, bir başka uzaya” dedi. Kızdım ona. “7 yaşında bir çocuksun altı üstü, at istiyorsan oyuncak at istemelisin. Çocuksan, çocukluğunu bilmelisin” dedim. “Bilinecek bir şey olsaydı bilirdim. Kapının önüne bırakılan bir çift ayakkabıya sarılıp uyuduğumda bilme şansımı kaybettim ben” dedi. Ellerini göğsünde kavuşturmuş, dünyaya küskün bakan çocuklara mahsus o bakışla bakıyordu bana: “Ya senin çocukluğun?” diye sordu, “her istediğini aldılar mı sana?”
İnsan insanı yarasından tanır. Yara yaralığını kabuğundan bilir. Kabuk kalkınca senden başkası bilmez olur yaranı. Hatta yaranın kendisi bile. İz, belli belirsiz orada olsa da “herhalde bir yere vurmuştur küçükken” deyip kapatırlar bahsi. Oysa yara orada, seninledir. Senin bir parçan olarak değil, bizatihi sen olarak orada, öylece, o atın seni dünyadan uzağa götürmesini her gün sana bekleterek durup durur.
Bazı günler büyütmezsin. Bazı günler “üstesinden geldim artık. Artık sızlamıyor bile” diyerek mutlu bile hissedersin kendini. Ama işte bazı akşamüstleri, hava fazladan bir kasvetle üzerine üzerine gelirken yahut gecenin bir yarısı bir tepede bir çeşmenin yanında “yıldızlar ne güzel” diye düşünürken ya da bir ses duyduğunu zannederken birden, tetiğin düşmesi gibi düşüverir aklına.
“Buradan, bu çılgınlıktan beni kurtarabileceğini mi düşünüyorsun? Süpermen olduğunu yani. Pelerinini giyip bütün dünyanın altını üstüne getirerek o çocuğu bütün dünyadan koruyabileceğini mi düşlüyorsun?”
“Ben en iyisi sana oyuncak bir at alayım” dedim. “Kaybolduğun dehlizlerden nasıl çıkabileceğine dair sana yol gösteremez, orası kesin; ama oyalanırsın.”
Bir kehanetten söz edermiş eskiler. Yedi durağı sağ selamet, kurulu tuzaklara düşmeden geçebilirsen uçmak kabiliyeti bahşedilirmiş sana. Eleklerin içindeki ekmeklere gönül indirmezsen, filelere takılmış diğer kuşları kolay av zannetmezsen, avcıların oklarından, rüzgârın zorluğundan sıyrılabilirsen uçmayı öğrenebilirmişsin.
“Kuşların zaten kanatları vardır ve uçabilirler, bilmiyor musun bunu?”
“Neyi bilmediğini bilmeyen ben değilim. Kuşların kanatları var diye uçabildiğini düşünenler. Kuşlar, kanatları var diye uçmuyorlar. Öyle olsa kendisine kanat takan her insan süzüle süzüle günlerce, gecelerce uçardı. Kuşlara uçmak öğretiliyor her seferinde. Sana öğretmedikleri için uçamıyorsun.”
İş, iyice ilginç bir hal almıştı. Hangi iki çocuk olarak konuşuyorduk ve bizimle konuşan yetişkinler kimlerdi, merak ediyor, cevabını bir türlü bulamıyordum. Mecburen çarpıttım meseleyi: “Yani büyüyünce uçmak mı istiyorsun? Uçmayı öğrenerek yani.”
“Aptalsın sen” dedi. “Uçsuz bucaksız bir aptallığın içinde nefes almayı bile unutmuşsun. Ben bir uçurum çiçeğiyim. Aşağının ne kadar derin olduğunu da görüyorum, yukarıya çıkmanın ne kadar zor olduğunu da biliyorum. Yarayı, kabuğu, sızıyı, uçmayı boş ver. Hatta atı bile boş ver. İnsan, düştüğü yeri izah etmek için uyduruyor tüm bunları. İki çocuk olarak konuştuğumuzu, iki yetişkin olarak çürüdüğümüzü, iki yorgun olarak her gün biraz daha öldüğümüzü hayal etmeyi bırak. Biz, her sabah kalkıp yürüyerek dünyaya ulaşan tedirgin düşleriz sadece. Anlamadın. Alık alık bakmandan belli. O halde işini kolaylaştırayım. O ses hep oradaydı ve duymamayı seçtin sen onu. Oysa yeteri kadar verseydin kulağını, ‘yine olmadı ama zaten tüm bu olan bitenin olup bitmemesi için aslında olmaması gerekiyor’ dediğini duyardın. Yer altından akan ırmakların huyu budur işte. Varlıklarını bilmeyiz ama sesleri hep oradadır.”
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.