“Güzelliğin baharı kıskandırıyor” demeyi planladı en sonunda. Bu, bilmem kaçıncısı olacaktı bulduğu ilan-ı aşk cümlelerinin.
Şöyle planlamıştı: Birlikte aldıkları dersin çıkışında “Bir dakika konuşabilir miyiz?” diye soracak, kenara, bütün insanlardan uzağa bir yere gittiklerinde de “Güzelliğin baharı kıskandırıyor” diyecekti yekten.
Avuçları terliyor, şakakları zonkluyor, kalbi gereğinden hızlı atıyordu. “Nasıl oldu lan bu?” diye sordu ayna karşısında doksan beşinci kez kendisini kontrol ederken.
Nasıl olmuştu? Aslında olması için bir şey olması gerekmemişti. Bu yıl aldıkları ortak derste kızı ilk defa görmüş, usulca akıtmıştı kalbini… Henüz tek bir cümle konuşmamışlardı. Ama işte bugün, o ilk cümleyi kuracak, her şey planladığı gibi giderse de olacaktı bu iş.
Tedbirli çocuktu. Sorup soruşturmuştu tabii. “Sosyal bir kız kanka” cevabı veren de olmuştu, “Ya biraz böyle değişik” diyen de olmuştu. Nihayet, aradığı bilgiyi bir arkadaşından alabilmişti: “Bizim Tarih’te Orhan var ya, onun nişanlısının arkadaşıymış kız. Yalnızmış yani.”
Üçüncü yılıydı üniversitede. İlk iki yıl kendi tabiriyle “kız olayları”na girişen arkadaşlarıyla dalga geçerek geçirmişti günlerini. “Lan oğlum, en nihayet okul bitince karşına uygun biri çıkar elbet, şimdiden uğraşmanın ne manası var?” diyerek sarakaya almıştı saçını jöleleyen, pantolonlarını çift çizgi yapmadan ütüleyen arkadaşlarıyla.
“Anamızın lafını dinlemedik de ondan böyle oldu” diye sırıttı yeniden ayna karşısında. Anası, sıklıkla “kınama, kınayana kına gibi girer” derdi. Bizimkinin de bir kulağından girer, öbür kulağından çıkardı tabii.
Üsküdar’dan Sirkeci’ye vapurla geçti. Tramvaydan kampüs durağında indi. Dersin başlamasına 20 dakika kala girip oturdu amfiye.
Ders başlamadan hemen önce kız geldi, her zamanki gibi üçüncü sıranın sağ köşesine oturdu.
Öğrencileri karşısında görünce içinde kalan oyunculuk hevesini salıvermeye bayılan yaşlı hoca, performansın dibini buldu ders boyunca. Ellerini kollarını sallaya sallaya, sesini düşüre yükselte yardırdı. Normalde bizimkinin çok hoşuna giderdi hocanın bu halleri. Ama bugün ne hocayı ne dersi duyacak, dinleyecek hali vardı. Kalbinin ritmini bastırmaya çalışarak dersin bitmesini bekledi.
Nihayet, İkinci Dünya Savaşı’ndan bile uzun sürdüğünü düşündüğü ders bitti. Sahne bizimkinindi. Amfinin kapısının birkaç metre uzağında yakaladı kızı. “Pardon” dedi.
Bu “pardon”u size biraz anlatmam lazım. Belki de bizimki hayatında ilk defa “pardon” diyordu çünkü. Bu hitabı diline yerleştirebilmek ve doğru tonda “pardon” diyebilmek için de epey idman yapmıştı. Zira “pardon”u doğru tonlayamazsa kız yürüyüp gidecekmiş, “daha pardon demeyi bile bilmeyen” bizimkiyle rabıtayı daha kurmadan bitirecekmiş gibi hissetmişti.
Kız döndü. “Ne var, niye durdurdun beni?” isimli üç numaralı standart bakışını takındı. Bizimki “İsminiz Nur, değil mi?” diyerek girdi söze, “Sizinle bir şey konuşmak istiyorum da… Bahçeye, sakin bir yere gidebilir miyiz?” dedi.
Bu noktada bizimkinin kalbi durmamışsa bile, durmasına bir saniye kalmıştı. Kız “Ne münasebet?” derse oracığa yığılıp kalacaktı.
“Olur” dedi kız. Hiç konuşmadan merdivenleri inip bahçenin uzak bir köşesinde durdular. Bizimki, nefesini ve sesinin dengesini ayarlamaya çalışarak “Güzelliğin baharı kıskandırıyor” dedi tane tane.
Kız, bir an anlamamış gibi bakıp ardından iki kelimelik bir soru sordu: “Bahar kim?”
Bizimki, Üsküdar’da her zaman gittiğimiz çay ocağında bana bu hikâyeyi böylece anlatıp “Anama telefon açtım” dedi, “Okulu bitirince evleneceğim kızı sen bul dedim. İyi demiş miyim?”
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.