Güzel Ayşe

04:004/09/2022, Pazar
G: 4/09/2022, Pazar
İsmail Kılıçarslan

Yeni Şafak·İsmail Kılıçarslan - Güzel AyşeO yıl ilkokul dörde gidiyordum. Demek ki onumdan on birime sivriliyordum. Demek ki yıllardan dokuz yüz seksen altıydı. Annemle Demetevler’den Suadiye Caddesi'ndeki evimize yürürken Hafız Selahattin Hoca’nın incecik sesi yükseldi minareden. Selaya başladı. Annem “Güzel Ayşe eben göçtü demek” dedi ve ekledi: “Zaten doktorlar ‘götürün de evinde ölsün’ demişlerdi.”Öldüğünde doksan altı hesapladılar yaşını. Demek ki bin sekiz yüz doksan iki doğumluydu ve demek

O yıl ilkokul dörde gidiyordum. Demek ki onumdan on birime sivriliyordum. Demek ki yıllardan dokuz yüz seksen altıydı. Annemle Demetevler’den Suadiye Caddesi'ndeki evimize yürürken Hafız Selahattin Hoca’nın incecik sesi yükseldi minareden. Selaya başladı. Annem “Güzel Ayşe eben göçtü demek” dedi ve ekledi: “Zaten doktorlar ‘götürün de evinde ölsün’ demişlerdi.”

Öldüğünde doksan altı hesapladılar yaşını. Demek ki bin sekiz yüz doksan iki doğumluydu ve demek ki büyükbabamı kırk iki yaşındayken doğurmuştu.

İki lakabı vardı rahmetlinin. Birincisi “Uydum Ayşe.” Beyaz gömleğinizin düğmesi kopsa ceplerinde leblebi şekerleri, çakılar, kınalar, hacı yağları, hurmalar olan örme yeleğinden bir siyah düğmeyle bir mor iplik çıkarır, itirazlara aldırmadan ve hatta ‘sen ne anlarsın Yunan’ın bebesi” diye kızarak dikiverirdi oracıkta. O bakımdandı birinci lakabı. Her şeyi her şeye uydurması yüzünden.

İkinci lakabı “Güzel Ayşe” idi. Güzel, çok güzel bir kadındı, o ayrı. Ama lakabını hak etmesinin hikayesi başkaydı.

İsmini aldığım İsmail dedem, zannederim dokuz yüz onda gitmiş askere. Demek ki Balkan Savaşı’nı, Çanakkale’yi, Suriye Cephesi’ni, hatta Galiçya’yı falan görmüş. Hangilerine katılmış, bilmiyorum. Yıkılan, tükenen, nefesi kesilen Osmanlı’nın son demlerinde yalın ayak, başı kabak, yemeye peksimet bulsa şükreden o son askerlerinden biriymiş.

“Savaş bitti’ demişler İsmail dedeme, “evine dönebilirsin.” Senelerden on sekiz.

Biz dönelim Güzel Ayşe’ye. Eşi İsmail dedem askere giderken on sekiz yaşındaymış Güzel Ayşe. Yaşı yirmi altı olana kadar kayınpederinin evinde eşinden bir haber yahut zabitandan bir şehadetname almayı bekleyerek yaşamış. Sonradan torunlarına ve torunlarının çocuklarına da okuyacağı Mızraklı İlmihal, Kara Davud, Mevlid-i Şerif, “Bustan” ve illa ki “Nasradin Hoca Nükteleri” kitapları, onu dünyaya bağlayan belki de tek hususlar olmuş.

Doğru. Köy mektebinin en çalışkan öğrencisiymiş Güzel Ayşe. Arabî hurufatla okumayı hem bilir hem de pek severmiş. Sonradan Latin alfabesini de çözmüş elbette.

Sekiz yıl süren bekleyişin ardından “şeer” tarafından yani Beypazarı’ndan tozuta tozuta bir atlı girmiş köye ve ünlemiş: “Oymaağaç’ın askerleri şeere indiler, bu gece Hanlarönü’nde yatacaklar. Yarın sabah köye gelecekler.”

Soramamıştır Güzel Ayşe o atlıya “İsmail’im de aralarında mıydı?” diye elbette. Soramamıştır ama akşam ekmeğinde bubası müjdeyi vermiştir: “Ismayıl da dönmüş.”

Ertesi sabah ilk iş yunmuş Güzel Ayşe. Ardından kırmızı kadifeden yapılmış nişan kaftanını giymiş. Başına Bursa ipeklisi bürgüsünü çekmiş. Yanaklarına allık sürmüş, gözlerine sürme çekmiş. Hatta belki acık iki lavanta özü de sürüvermiştir boynuna.

Öğlen ezanına yakın evin önüne çıkmış ki hani Oymamağaç kurulalı beri böyle güzellik gördüyse aşk ola, aşklar ola.

Ezan okunurken girmiş köye terhis alan askerler. Yirmi gittilerse on, on gittilerse beş dönmüşler. Kara fırının ucundan dönünce İsmail dede, Güzel Ayşe’nin kalbi yerinden sökülüp de çıkacak gibi olmuş. Eri, beyi, yoldaşı sekiz yılın ardından karşısındaymış işte.

İsmail dede elbet usulünce anasının, babasının elini öpüp hayır dualarını almış önce. Ardından amca, dayı, teyze, kardeş derken sıra gelmiş eşine selam etmeye.

Saçı sakalı birbirine karışmış İsmail dede bi yol bakmış ilkin sevdiceğine. Sonra bunun görgüye aykırı gittiğini bile bile ağzından dökülüvermiş o cümleler: “Güzel Ayşe. Çok güzel olmuşsun amma ben çok hastayım.”

O gün lakabı “Güzel” olmuş Ayşe ebenin.

İstiklal Harbi’nde erini yine beklemiş. Yine dönmüş eri. Dokuz yüz kırkta toprağa vermişler İsmail dedeyi. Sonra “bu yetimler böyle mi kalsın?” diye o sıralar karısı ölen Mehmet Ali dedeyle evlendirmişler onu.

Ben, ismini taşıdığım İsmail dedenin ve yol gözleyen Güzel Ayşe’nin dip torunu İsmail. Bana ne zaman “Türkiye neresidir?” diye sorsalar “Türkiye, onun için vuruşan İsmail’in ve İsmail’in yolunu bekleyen Güzel Ayşe’nin olduğu yerdir” diyesim gelir.

Türkiye orasıdır evet. Mızraklı İlmihal’in, Bustan’ın, Nasradin Hoca Nükteleri’nin yurdudur. Yaşadığımız onun içindir, aşkımız da onadır. Ayşe’nin sürmeli, allıklı, kadifeli, lavantalı güzelliğidir. Gerisi mi? Gerisi hep teferruattır ve öyle kalacaktır.

#Türkiye