Gidilecek yolların imkansızlığıdır

04:0022/05/2022, Pazar
G: 22/05/2022, Pazar
İsmail Kılıçarslan

Burada, bu nehir kenarında, göğün yıldızlarını sayarak yola çıkmaya hazırlanıyorum. Bir yere gitmek için değil. Her şeyi ardımda, ta uzakta bırakmak için ve elbette bu yolculuğun raconuna uygun olarak yalnız başıma.Bir yıldız kaysa son bir dilek tutacağım. Bir köpek havlasa uzaktan, yaşadığım bu yere bir şekilde ve son kez tutunmanın yollarını araştıracağım. Yaşı yüzü aşmış bir amca “nörüyon yeğenim” diye sorsa bana belki de vazgeçeceğim gitmekten. Her şeyi ardımda bırakmaktan.Yıldız kaymıyor, köpek

Burada, bu nehir kenarında, göğün yıldızlarını sayarak yola çıkmaya hazırlanıyorum. Bir yere gitmek için değil. Her şeyi ardımda, ta uzakta bırakmak için ve elbette bu yolculuğun raconuna uygun olarak yalnız başıma.

Bir yıldız kaysa son bir dilek tutacağım. Bir köpek havlasa uzaktan, yaşadığım bu yere bir şekilde ve son kez tutunmanın yollarını araştıracağım. Yaşı yüzü aşmış bir amca “nörüyon yeğenim” diye sorsa bana belki de vazgeçeceğim gitmekten. Her şeyi ardımda bırakmaktan.

Yıldız kaymıyor, köpek havlamıyor ve görünürde tek bir insan yok.

Son vapuru kaçırmanın tehlike olduğu günler geride kaldı biliyorum ama nedense durumu yine de son vapuru kaçırmak kadar tehlikeli buluyorum. Bu kımıltısız, rüzgarsız, yıldızlı gecede “bari bir umudum kalsaydı” diye fısıldıyorum boşluğa.

Bari uzaktan bir kervan geçeydi de çanlarını duyaydım develerin. Koşaydım. Yetişeydim kervana. Nereye gittiklerini soraydım. “Serhend’e” deselerdi mesela. Neresi olduğunu bilmeseydim ama yine de “beni de alır mısınız yanınıza?” diye sorsaydım onlara.

Kervancı bana sorsaydı: “Güçlü kuvvetli biri misin?”

Cevap verseydim: “Pek sayılmaz.”

Kervancı bana sorsaydı: “Deve bakımından, at tımarından anlar mısın?”

Cevap verseydim: “Anlamam. Ne develerin hangi otları yemekten hoşlandığın bilirim, ne atların tımarı gelir elimden.”

Kervancı bana sorsaydı: “Yamak pişirebilir misin, yara sağlatmak gelir mi elinden?”

Cevap verseydim: “Hiç anlamam yemek işinden. Yara sağaltmadaysa iyi değilimdir. Çoğaltmaksa, ondan anlarım işte.”

Kervancı bana sorsaydı: “Çoğaltmak mı? Yara çoğalır mı? Kılıç yarası gibi mi yani?”

Cevap verseydim: “Hayır. Kılıç yarası gibi değil. Kalbini bir saksı bilip, yaranı usul usul çoğaltabileceğini bilmiyor musun? Hiç mi çoğaltmadın yaranı? Ona şiirler verirsin. Uzun geceler verirsin. Şarkılar dinletirsin. Çoğalır o da. Ama asıl hayal etmek çoğaltır yarayı. Dur. Eksik söyledim. Hayal etmekle beklemeyi bir bardağa aynı anda doldurup birbirine karıştırabilirsen o zaman gör sen nasıl çoğalırmış yara.”

Bu açıklamam yetmeseydi elbette kervancının beni kervana almasına. Ama hiç değilse kervanın arka taraflarından bir cılız ses… Belki elmacık kemikleri içine doğru çekilmiş fırlak gözlü bir kervan muhafızının sesi; belki baharatları havanda ezerek kendine kokular yapan bir cariyenin sesi; belki de Hindi de Sindi de bilen, görmüş geçirmiş bir ipek tüccarının sesi yetişseydi imdada ve deseydi ki: “Çocuk doğru söylüyor. Yara sağalmaz, çoğalır.”

Şunu deseydim sonunda çaresiz: “İşinize yaramam ben. Köle olarak satın beni uzak bir şehirde. Belki üç beş kuruş kazanırsınız. Ve belki de ben, kendimi bir hurma bahçesinde, gelecek olanı beklerken bulurum ve onun gelişiyle düşerim ağaçtan. Ve belki de koşar, avuçlarımda hurmalarla ayaklarına kapanırım onun. Belki de adım Selman’dır benim.”

Kervan yok. Uzaktan gelen çan sesleri yok. Rüzgarın ıslığı bile yok. Bu nehir kenarında, bu yıldızlı gecede, bir yere gitmek için değil, her şeyi ardımda bırakmak için çıkmaya niyetlendiğim bu yolculukta “kal” diyen hiçbir şey yok.

Çıkınımda ucundan biraz yediğim bir somun ekmek, biraz keş, bir salkım da üzüm var. Cebimde rahmetli dedemden kalma incecik bir çakı, aklımda adımın Selman olmadığı bilgisi, kalbimdeyse uzun bir mesele var.

Duruyorum öylece. “Tarihin sıfır noktası” derdi işini iyi bilen analistler bu durduğum yere. Bense, sıfırın sıfırla toplanmayacağını iyi bilen bir hayalperest olarak sıfırı sıfırla topluyor ve çıkarıyorum kendimi gövdemden.

Kervanın, çanın, ıslığın, köpeğin, insanın olmadığı bir aralıktan sarkıyorum dünyaya.

Dünya, yoruyor. Bir avluda oturup yarenlik eden ihtiyarlara bile tahammülüm yok artık.

Yürüyemiyorum. Köye yahut kente de dönemem üstelik. Öylece duruyorum. Ardımdaki bir imkan değildi, tamam. Ama önümde de bir yol yok. Öylece duruyorum. Adımın Selman olmaması bir tarafa da adım İsmail de değilmiş meğer benim.

Bir yıldız kaydı sanıyorum bir ara. Meğer bıçağın geceye bıraktığı ışıltısıymış. Bıçağın hükmünü reddeden bir yaraya o anda dönüşüyorum. Kimsenin haberi olmuyor bundan.

#Kervan
#Tarih
#Dünya