Bu da var işte

04:001/09/2024, Pazar
G: 1/09/2024, Pazar
İsmail Kılıçarslan

Sebil’in orada, birisi tarafından yaşı sorulduğunda havaya üç parmağını kaldırıp “beş” diyen ve aslında henüz iki yaşında olan o kız, her seferinde yakalamak, ele geçirmek kastıyla yalpalayarak da olsa güvercinlerin peşine düşüyor, yakalayamadığında her seferinde hayret ediyor, her seferinde üzülüyor, her seferinde duraksıyor, ancak ardından enerjisi çabucak dolan bir şarjlı pil gibi tekrar kuşların peşine düşüyordu. Bu ona biteviye bir devinim sağlıyor, mutsuzlukla umudu, yorgunlukla yeniden başlamayı

Sebil’in orada, birisi tarafından yaşı sorulduğunda havaya üç parmağını kaldırıp “beş” diyen ve aslında henüz iki yaşında olan o kız, her seferinde yakalamak, ele geçirmek kastıyla yalpalayarak da olsa güvercinlerin peşine düşüyor, yakalayamadığında her seferinde hayret ediyor, her seferinde üzülüyor, her seferinde duraksıyor, ancak ardından enerjisi çabucak dolan bir şarjlı pil gibi tekrar kuşların peşine düşüyordu. Bu ona biteviye bir devinim sağlıyor, mutsuzlukla umudu, yorgunlukla yeniden başlamayı uç uca bağlayarak bu deneyim üzerinden bir varoluş anı oluşturuyordu.

Kahvemi içerken “doğru” diye fısıldadım kendime, “dünya hayatının özeti işte bu, ama şu da var.”

Seher, yedi yaşındaymış o haberi aldığı gece.

Sabahında annesi, “hazırlan” demiş, “o puantiyeli elbisenin altına o gün aldığımız siyah naylon çoraplarla kırmızı papuçlarını da giy. Pabuçlarını güzelce silmeyi unutma. Sonra da saçlarını topuz yapalım.”

“Bu sefer çift örgü yapsan” diye nazlanacak olmuş ama nafile. Kendisine tam iki bin yıldır yaşıyor gibi ve tam iki bin yıldır yüzünde çektiği bütün acıları taşıyor gibi gelen annesi, kendisine “yorma beni” ismini verdiği o bakışı atınca alışkanlık haline getirdiği şekilde susup kabullenmiş topuzu.

Şentepe’den Bentderesi’ne giden dolmuşa binmişler önce. Ardından bir hayli yürüyüp Çinçin’in dibinde Hasan babanın kondusuna inmişler. Bir gözü görmeyen Hasan baba, peynir, zeytin ve kalık ekmekten oluşan kahvaltısını anne kızla paylaşırken ağzının kenarından fısıldamış yine “gelmedi yine köpoğulları. Gece yatmayı bilmezler, sabah kalkmayı bilmezler. Şaraba düşmüşlerdir yine.”

Yekinip kalkacağı sıra yetişmiş Rafet’le Arda. Daha doğrusu “kız” Arda. Yok, aslan gibi delikanlıymış ama Allah’ın Kaman’ında babasının ne çeşit bir şaka hazırlayıp oğluna “Arda” ismini verdiği muamma olduğundan lakabı “kız” kalmış oğlanın.

Senelerden 86, aylardan ağustos, günlerden cumartesiyken Hasan babanın, daha doğrusu mahallelinin yeni yeni seslenmeye başladığı şekliyle kör Hasan’ın kaç model olduğunu kimsenin bilmediği eğri bacak Skoda’sına beş kişi doluşup vurmuşlar Güdül yoluna. Arda’nın divan sazı, elektro bağlaması ve ses teçhizatları, Hasan babanın kemanıyla ıklıkı, Rafet’in darbukası arkaya her zamanki gibi “tıkı tıkına” sığmış.

Yolda Hasan baba Seher’e “gaydesiyle söyle kız Hastane Önünde İncir Ağacı’nı” demiş önce. Ardından “Eller Aldı”yı geçmişler bir tamam. “Aferin kız” demiş Hasan baba, “bir de Mapushanelere Güneş Doğmuyor’u geçen seferki gibi değil de az yavaştan oku.”

Arabanın ıhlamaları, tıslamaları eşliğinde Güdül’ün bir köyüne varılmış. Toparlak yüzlü bir çocuk “aha şuraya gurulacamışsınız emmi” deyip yer göstermiş.

Öğle ezanından sonra başlayan “duğuncülük” Fidayda’sıyla, Atım Arap’ıyla, Misket’iyle sürüp gitmiş. Hasan baba çalıp çığırmış. Akşam ezanını müteakip de “şimdi de huzurlarınızda, geleceğin yıldızı, çocuk sanatçı Küçük Seher’i davet ediyorum” diyerek sahneyi Seher’e bırakmış. Önce bozlaktan girişmiş işe Seher. “Zahide gurbanım n’olacak halim / yine bir laf duydum kırıldı belim” diye başlayınca, düğün sahibi Seher’e verdiği fazladan parayı helal edivermiş. İncecik amma gümbür gümbür bir ses kaplamış Güdül’ün köyünü. “Hayatında hiç aşk acısı çekmemiş kasketli, hacı takkeli köylülerden bile gözyaşını zor tutan olmuş” diyeyim de anlaşılsın. Hastane Önünde İncir Ağacı, Esrarlı Gözler, Talihsizler falan derken programın bu ilk bölümünü Bergen’in o yıl patlayan şarkılarından biriyle bitirmiş: “Benim İçin Üzülme.”

Bahşişler toplanmış, düğün sahibinden anlaşılan para alınmış, araba yüklenmiş, Hasan baba Rafet’le Arda’nın ikişer duble çakıvermelerine izin vermiş falan derken düşülmüş Ankara yoluna gecenin bir dibinde.

Seher, arabaya binince “babama gideriz değil mi anne?” diye sormuş her zamanki gibi. “Gideriz kızım, gideriz” demiş annesi. Bu, Seher’in sahneye çıkmasının tek şartıymış. Her düğünden sonra babasına gidilecek, saat kaç olursa olsun.

Zifiri karanlıkta, Ankaralıların dediği şekliyle “Ongoloji”nin önünde inmişler. Hasan baba, “beklerim ben” demiş her zamanki gibi.

Kapıdaki bekçiye iki paket Samsun’u vermişler. Bekçinin “yakacaksınız beni oh güzel abam” sızlanmaları arasında seğirtip çıkmışlar ikinci kata.

Seher, babasının boş yatağını görünce “tuvalete gitmiştir belki” demiş annesine, “şimdi döner.” Annesi, jilet gibi toplanmış boş yataktan anlamış tabii. “Babanın gittiği yerden dönülmez güzel kızım” demiş hıçkırarak. “Çok üzülme e mi?” diye de eklemiş, “çilesini doldurdu o. Allah bize yardım etsin.”

Sebil’in orada güvercin kovalamaya bıkmadan, usanmadan devam ediyor o küçük kız. Ama bu da var işte. Bu da var.

#hayat
#çocukluk
#masumiyet
#zorluk
#kayıp