Paris Olimpiyatlarının açılış töreninde sergilenen “LGBT performansı”, hemen bütün dünyanın gündemine oturuverdi. Macron, “bizim vergilerimizi bu saçmalıklara harcadıklarına inanamıyorum” diyen milyonlarca Fransız vatandaşının aksine, “Fransa budur” diyerek aslında meselenin ne olduğuna dair bir işaret fişeği de yakmış oldu.
Tören boyunca ortaya çıkan diğer rezalet görüntüler bir yana, Hristiyan dünya için çok büyük bir sembolojisi ve doğal olarak semiyolojik anlamı olan “İsa’nın Son Yemeği” tasvirine yapılan LGBT suikastı bir yanaydı bence. Çünkü o görüntüler yepyeni bir sembolik alan, bir semiyoloji üretti.
O rezilliğin işaret ettiği yer, öyle alelade bir “trans bireyler vardır, onlara saygı duyacaksınız” zevzekliği değildir. Böyle düşünen, yani meseleyi “LGBT ideolojisi” ekseninde sınırlı zanneden herhangi birinin bu mücadeleye başlama şansı bile yoktur.
Derdimi biraz geriden alayım.
Vaktiyle kabaca “insan, Tanrı’yı yenebilir” fikriyle hareketlenen ve müesses kilise nizamıyla savaşıyormuş gibi yapıp aslında insana bütün hırs ve haz alanlarını sınırsız kılmayı hedefleyen reform, Rönesans ve aydınlanma süreci deneyiminin yirmi birinci yüzyılın başında gelip dayandığı yer şudur: “Tanrı’yı dünyadan bütünüyle kovarak yepyeni bir insanlık inşa etmek.”
Bu “yeni insanlık”, konturlarını küresel kültür endüstrisinin belirlediği, yepyeni bir emperyalist deneyimi içerisinde barındıran ve temel olarak dünya nüfusunun kontrol altına alınarak azaltılmasından kaynakların merkeze doğru akmasını garanti altına almaya kadar pek çok ajandası olan bir kavramsallaştırmadır.
O “merkez” eskiden Batılı ülkelerdi malum. Şimdiyse küresel ölçekli şirketlerin oluşturduğu bir konsorsiyum.
LGBT ideolojisi, bu “yeni insanlık yaklaşımı”nın sadece bir göstergesi. Azınlıkların çoğunluklara fiziksel ve sosyolojik tahakkümü, multikulturalizm görünümlü monokültür dayatmaları, milletlerin birbirine benzeşimi, öğretilmiş duyarlılıklar, faizli finans düzenine tam teslimiyet gibi daha pek çok dalı budağı var bu yaklaşımın.
“Şeytanın ideolojisi” desek sezadır bu yeni ideolojik yaklaşıma.
Macron “Fransa budur” derken ne dediğini, hangi merkeze nasıl hizmet ettiğini, neyi hedeflediğini adı gibi biliyor. Bir bakıma ülke olarak kalmak isteyen ülkelerle ülkeleşmiş şirketler arasındaki amansız mücadelede ülkesini o büyük konsorsiyuma haraç mezat satıyor. Hangi sözleri aldığını elbette bilmiyorum ama bazı sözler aldığından eminim. Zelenski şebeleği, Kanada’nın bisiklete binen dangalağı falan bir şekilde idare edilebilir güçlerdi ama Fransa’nın “bu işin merkezi artık benim” manasına gelecek bir açıklama yapması az şey değildir. Tam tamına bir savaş ilânıdır hatta.
“Peki bu savaş kiminle kimin arasında?” diye soracak olursanız ciddileşir mesele. Deniz Ülke Arıboğan’ın yazdıklarına bakılırsa dünyadaki muhafazakârlarla küreselciler arasında olacak bu savaş ve bu savaşı öyle ya da böyle birleşen Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman muhafazakârlar kazanacak.
Bu tespiti doğru bulmuyorum. Çünkü “muhafazakarlık” gibi bir belirsiz tanımlama yapıp savaşın taraflarından birinin “dinlerin birleşimi” ile ortaya çıkacağı kehaneti bana olacak iş gibi gelmiyor. En başta Yahudi ve Hristiyan Siyonistlerin bu cephenin önündeki en büyük engel olacaklarını düşünüyorum.
Bu savaş “parya-prekerya” ile “tuzu kurular” arasında da gelişmeyecek. Sınıfsal bir savaş olarak çıkmayacak ortaya. Her ne kadar bu savaş bütün dünyada sıkışan orta sınıfın nefes almasını sağlayacaksa da “orta sınıf korkaklığı” bu savaşı bir sınıf savaşı haline getirmez, getiremez.
“O halde kiminle kimin arasında?” derseniz benim cevabım şöyle: Siyonistlerle antisiyonistler arasında. Bugün küresel sermayenin de küresel kültür endüstrisinin de, Macron’a “Fransa budur” dedirten mekanizmanın da sahibi Siyonistler. Dolayısıyla evet, 3. Dünya Savaşı bence de Paris Olimpiyatlarının açılış töreninde açıkça ilan edilmiştir ama bu savaşın taraflarını uzakta aramamak gerekir. Bizatihi Siyonistlerle antisiyonistler arasında başlamıştır bu savaş. Antisiyonistler bu savaşın bir tarafı olup olmadıklarını henüz fark etmemiş olabilirler. Ancak ne kadar çabuk fark ederlerse o kadar iyi olur. Çünkü bu savaşı kaybederlerse (kaybedersek yani), yaşam tarzı mücadelesi şeklinde ilerleyecek bu savaşın ardından fiziki olarak patlak verecek 4. Dünya Savaşı’nı “kıyamet savaşı” olarak planlar Siyonistler.
Mesele tam olarak budur. Sakallı bir transın Hazreti İsa kılığına girmesi rezaleti de aslında Avusturya Prensi’nin bir Sırp milliyetçisi tarafından vurulmasından ibarettir.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.