Türkiye sağ olsun, evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olma bahtiyarlığı vermeyen bir memleket olduğu için kendimizi en karanlık, en meraklı, en heyecanlı gündemlerin içerisinde buluyoruz hep.
Misal bugün ben, hangi gündemle ilgili yazsam diğer gündemle ilgili yazmadığım için pişman olacağım. O yüzden en iyisi mi ben, asıl işi kelimelerle ve cümlelerle olan bir köşe yazarını -artık o ne demekse- “kelimeleri dans ettirmekle” suçlayabilen, köşe yazarlarını keyfince azarlayabileceğini düşünen bakan danışmanı hakkında yazayım.
Ya da yok yahu. Yazmayayım. Yazınca ne olacak hem? Adam, bir danışman olarak “fikrini beyan etmekten başkaca derdi olmayan” bir yazarı azarlayabileceğini zannediyor en nihayet. Yazınca ne olacak, ne değişecek ki? Hem az daha üzerine gitsem “Benim bakanım düşerse Mekke düşer, Kudüs düşer, İstanbul düşer” falana bağlayacak gibi duruyor. Değmez yani. En iyisi kelimelere dans ettirmeye devam edeyim ben. Bu arada o danışman arkadaştan da samimiyetle özür dileyeyim. Ben ne bileyim Kültür Bakanı’nın o berbat anma metnini yazanın da, “Sezai Karakoç’un cenazesine gitmesek de olur efendim, Yunan turizm bakanı görüşmesi çok önemli” diyenin de bu danışman arkadaş olduğunu? Hayır hayır. Bu konuda net bir bilgiye sahip değilim lakin “bakanını” değil de kendisini savunuyor gibi geldi bana yazdıkları. Ondan böyle söylüyorum. Neyse.
O halde gelin size “adam zannettiğim için çok pişman olduğum” birinden, Cemalettin Latiç’ten söz edeyim. Bosna’da siyaseten bir türlü yükselemediği için hırs küpüne dönüşen, sonunda işi “dava arkadaşım” dediği Aliya İzetbegoviç’e, hem de canlı yayında, Sırpların bile atmaktan imtina edeceği iftiraları atmaya vardıran bu adamı adam zannettiğim için çok ama çok özür dilerim herkesten.
Benim böyle bir tarafım, böyle bir yumuşak karnım vardır Bosna ile ilgili. Herkese açık kredi vermek gibi bir zaafım vardır. Hele Aliya’nın davasına ve fikirlerine gönül verdiğini beyan eden, hele hele onunla yan yana yol yürüyen insanlara karşı bu zaafım daha da belli eder kendini. Herkesi Ömer Behmen sayarım. Herkesi Hasan Cengiç bilirim. Latiç de öyle biri idi benim açımdan. Televizyona da çıkardım, şiirlerini de seslendirdim, hatta kitaplarının Türkçe’de yayınlanması için inisiyatif de kullandım. Ama o yayında söylediklerinden anlıyoruz ki bu herif; yani konu Türkiye’de konferanslara katılmak, öğretim üyesi olarak ders vermek olunca “Aliya’nın en yakın arkadaşı bendim” etiketiyle parsa toplayan bu zavallı, sadece Aliya’ya değil, Sırplarla aralarındaki durum son derece gergin olan tüm Boşnaklara da ihanet etti. Bunu da üç kuruşluk dünya menfaati, beş kuruşluk çıkar için yaptı. Latiç’in bu ihanet konuşmasından sonra Boşnak kardeşlerimizin yazdıklarından anlıyoruz ki hiçbir kredisi olmayan, herkesin yaka silktiği, güvenilmez bulduğu biri imiş zaten bu adam. Şimdi sıra Türkiye’deki Bosna dostlarında… Bu adamın Türkiye’de “Aliya’nın arkadaşıydım” forsuyla elde ettiği tüm itibarı geri almanın vaktidir. İşte ilk pişmanlık beyanı benden gelsin. Örneklik etmiş olayım. Vaktiyle bu herifi “adam” sayan herkesi bu ihanetine tepki vermeye davet ediyorum.
Geçelim önemsediğim bir başka gündeme. Ben bu yazıyı yazarken dolar kuru 11,18 TL idi. Her zaman söylüyorum. Ben bu işlerde biraz kalın kafalı bir adamımdır. Çok anlamam ekonomiden de iktisattan da. Ama iki şeye aklım eriyor. Birincisi şu. Dolar isterse 100 TL, isterse 1 TL olsun, asıl olan halkın, vatandaşın satın alma gücüdür. Ve markette, manavda, sokakta gördüğüm kadarıyla halkın, vatandaşın alım gücü günden güne azalmaktadır. Buna bir çare, hem de keskin bir çare bulunmalıdır. Acilen vatandaşın alım gücüne yönelik bir iyileştirme yapılmalıdır.
Tabii, şunu da görüyorum bunu derken. Türkiye ekonomide “ihracat odaklı enteresan bir aralık” buldu ve o aralığı kullanıyor. Bu da makroekonomide belirgin bir iyileşmeye yol açıyor lakin mutfağın, kiranın, ısınmanın, okul masrafının daraldığı bir “halk ekonomisi” de söz konusu. Bu ikisinin arasında bir denge vardır mutlaka. Bulunur, bulunmalıdır. Yoksa “var olmak için zaten çok zorlanan orta sınıf” neredeyse yok olacak bu bambaşka bir sosyoloji çıkaracak ortaya.
İkincisi de şu. Kurun yukarı yönlü ve hızla artışı ister istemez paradan para kazanma fırsatçılarına, finans ekonomisi ile sömürüp semiren kitleye çok fazla şans vermek manasına geliyor. Bankadan aldığı krediyi dövize yatıranlar duyuyoruz. Coin piyasasında oynamak için reel işlerini tasfiye eden esnaflar olduğu çalınıyor kulağımıza. Buradan ve bu şekilde olmaz.
Ve evet, bana sorarsanız Türkiye ekonomik model olarak “dünyanın yeni Kore’si” olmak için muazzam fırsatlara sahiptir lakin bu geçiş doğru yapılmazsa çok çeşitli sorunlar kapıdadır.
Eh, yerim bitmiş yine. Galatasaray-Fenerbahçe derbisini de yazacaktım güya. Gerçi “futbol esamisinin okunmadığı ama adı niyeyse Süper olan ligimizle ilgilenmeme” kararım geçerli hala ama iki kalem de bu tarihi derbi için oynatırdım icabında. Ne de olsa işimiz kelimelere dans ettirmek. Değil mi ya?
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.