Zamanın ruhunu kavramak gerekiyor

04:0029/06/2019, Cumartesi
G: 29/06/2019, Cumartesi
İbrahim Tenekeci

Her nesil, zamanın ruhuna uygun olarak, kendi özellikleriyle birlikte gelir. Son üç nesli düşünelim: Anne babamız, biz ve evlatlarımız. Nesilleri birer kelimeyle özetlemek istersek, herhalde ortaya şu çıkar:Yokluk, zorluk ve bolluk.Anne babamız kara gün imgesi nedeniyle tutumlu ve kanaatkârdır. Onlara göre dünyanın elli türlü hali vardır. Biz temkinliyiz. Peki, gençler nasıl?Bizim kuşağın istekleri kişisel değil, toplumsaldı. Önce ahlak ve maneviyat, adil düzen, Ayasofya ibadete açılsın, ülkemiz

Her nesil, zamanın ruhuna uygun olarak, kendi özellikleriyle birlikte gelir. Son üç nesli düşünelim: Anne babamız, biz ve evlatlarımız. Nesilleri birer kelimeyle özetlemek istersek, herhalde ortaya şu çıkar:
Yokluk, zorluk ve bolluk.

Anne babamız kara gün imgesi nedeniyle tutumlu ve kanaatkârdır. Onlara göre dünyanın elli türlü hali vardır. Biz temkinliyiz. Peki, gençler nasıl?

Bizim kuşağın istekleri kişisel değil, toplumsaldı. Önce ahlak ve maneviyat, adil düzen, Ayasofya ibadete açılsın, ülkemiz tam bağımsız olsun vs.
Kendi adıma şöyle düşünüyordum mesela: Siyonizm, emperyalizm ve vahşi kapitalizm dururken, kendi devletime neden muhalif olayım?
Kimileri bunu devletçilik olarak görebilir ama değil.

Dergicilik yaptığımız için sürekli gençlerle irtibat halindeyiz. Ayrıca yetişkin çocuklarımız da var. Gördüğüm, anladığım şudur: Gençlerin hatırı sayılır kısmı bireysel taleplere ve özgürlük fikrine yöneldi.

Biz sokakta, hayatın içinde, insana dokunarak büyüdük. Mahalle dağıldı, komşuluk zayıfladı, itimat duygusu yara aldı. Yeni nesil televizyonda, bilgisayarda, cep telefonunda, sosyal medyada büyüyor. Hayatsız, insansız ve sanal…

Artık karşımızda büyük ve yepyeni bir kitle var: Genç nüfus.
Kanka kelimesini kullandığımız vakit onlara ulaşmış, kalplerine dokunmuş olmuyoruz.

Ak Parti’nin proje odaklı mekanik dilini bu köşede defalarca eleştirdim. Rakamlar, grafikler vs. Bir bürokratın üst makamlara teknik bilgi vermesini anımsatan tanıtım dilinin tesirli olacağına inanmıyorum. Çünkü yeni dönemde, seçmen, yapılan hizmetleri partinin değil, devletin hanesine yazıyor. Örneğin her şiddetli yağmurda Alibeyköy’ün merkezini sel basıyordu. İnsanlar evlerinden filikalarla falan tahliye ediliyordu. Dere yatağı ıslah edilip üstü örtüldü. Büyük ve başarılı bir proje neticesinde Alibeyköy’ün merkezi sel tehlikesinden tamamen kurtuldu. AK Parti, o seçim bölgesinde, bu mühim hizmetinden dolayı beş oy fazla almış mıdır? Sanmıyorum.

Siyaset ile hitabet bir bütündür.
Tutuk bir dille anlatacaklarınız muhakkak sınırlıdır. Kitleleri harekete geçirecek olan coşku oluşmaz. Coşku ise siyasetin ritmidir, itici gücüdür. Muhsin Yazıcıoğlu ve Recai Kutan’ın şahsiyetleri ortadadır. Doğru ve düzgün olmak ifadesinin karşısına kıymetli isimleri rahatlıkla yazılabilir. Fakat tutuk olmaları, onları siyaseten belli bir çizginin ötesine taşıyamamıştır. Konuşma ve konuyu değiştirmede hünerli olan birinin karşısına tutuk bir kimseyi çıkarırsanız, üstelik canlı yayına, bunun sonuçları pek parlak olmaz. Nihayetinde, olmadı da.
Görünme ve gösterilme arzusu, camiamızı esir almış durumdadır.
Her iki belediye başkan adayının oy kullanma görüntüsüne lütfen dikkatli bakalım. Sandık başında bile bir tarafın mensupları kareye girmek için yarış halinde. Bu örneği çoğaltabiliriz. Cumhurbaşkanı vatandaşla iftar ediyor. Haber bu. Fotoğraf ise sanki başka bir yerden alınmış, yanlış kullanılmış gibi. Nasıl olduysa, devletlilerden fırsat bulup birkaç vatandaş görüntüye girmeyi başarmış.
Bu boğucu ve sürekli tekrarlanan manzara, dışarıya ferahlık vermiyor.

Şair Said Yavuz’un imrendiğim bir dizesi var: “Sana gelen anlamın önünden çekil.” Çekilen bir, anlamın önüne geçen bin. Her manada böyle bir durumdayız.

Muhafazakâr siyaset, kendini inkâr etmeden zamanın ruhunu kavramak, dilini yakalamak zorundadır. Aziz İstanbul’un ruhu, manevi kapısı ve kilit taşı olan bir beldemizde gördüm. Yeni yönetimin ilk icraatlarından biri, belki de birincisi. Her yeri büyük pankartlarla donatmışlar. Bir popçu konser verecek. Peki, afişte ne yazıyor? Şu: “Eğlenceyi katlıyoruz!” Hayır, bunu demek istemedim. Zamanın ruhunu kavramak ve gençlere ulaşmak derken, kastımız bu değildi.

Çok sık gündeme gelen konulardan biri de fabrika ayarlarına dönülmesi. Şu saatten sonra böyle bir imkân var mıdır? Mecaz olarak söyleyelim: Artık üretim değil, tüketim ve eğlence toplumuyuz.
Eskiden kimseye yük olmamak düşüncesi hâkimdi. Şimdi büyük çoğunluk devletin eline bakıyor. Dostluklar sonuna kadar kullanılmak isteniyor.

Bir ara, tükenmekte olan mesleklere merak duydum. Belgeseller seyrettim. Yaşlı ustaların ortak şikâyeti, çırak bulamamak. Kimse çocuğunu bu mesleğe vermek istemiyor, diyorlar. İlk bakışta haklı gibi görünüyorlar.

İşin aslı: Kendi çocuklarını güzelce okutmuş, günümüze uygun şekilde meslek sahibi yapmış. Milletin çocuklarını ise sekiz on yaşında alıp ziyan edecek. Mesela semerci, nalbant. İlçede zaten yirmi at kalmış, kalmamış. Sonuç?

Bunu şunun için anlattım, yazdım:
Milletin evlatlarından fedakârlık beklerken, kendi çocuklarımız ne yapıyor?
Siyasetçi, gazeteci, kanaat önderi, edebiyatçı; bu soruyu herkesin samimiyetle kendisine sorması gerekiyor.

Son olarak üslup meselesine değinmek isterim. Bu konuyla ilgili birden fazla müstakil yazı kaleme aldım. Bozulan ve bulanan üslubumuza dikkat çekmeye çalıştım. Sahici bir üslubun eksikliği son seçimlerde iyice kendini gösterdi.

Mümin, dili güllü olandır. Dikenli bir dille kimin gönlüne dokunabiliriz?
#AK Parti
#Siyaset
#Hitabet
#Gençler
#Said Yavuz