Kaderimizin merkezi

04:0011/07/2018, Çarşamba
G: 11/07/2018, Çarşamba
İbrahim Tenekeci

Şu sıralar Osmanlı coğrafyasıyla ilgili okumalar yapıyorum. On dokuzuncu yüzyılın sonlarından Birinci Cihan Harbi’nin bitimine kadar olan dönem. Balkan toprakları özel bir ilgiyi hak ediyor. İbret dâhil, birçok açıdan. Siyasi olaylar, etnik yapılar, iktisadi hayat, yatırımlar vs.Osmanlı, ayrılıkçı düşünceyi hoşnut etmek için neredeyse bütün imkânlarını sahaya sürüyor. Verilen her taviz, bir yenisine zemin hazırlıyor. Yapılan her hizmet, daha büyük beklentilere kapı aralıyor. Müslim veya gayrimüslim

Şu sıralar Osmanlı coğrafyasıyla ilgili okumalar yapıyorum. On dokuzuncu yüzyılın sonlarından Birinci Cihan Harbi’nin bitimine kadar olan dönem. Balkan toprakları özel bir ilgiyi hak ediyor. İbret dâhil, birçok açıdan. Siyasi olaylar, etnik yapılar, iktisadi hayat, yatırımlar vs.


Osmanlı, ayrılıkçı düşünceyi hoşnut etmek için neredeyse bütün imkânlarını sahaya sürüyor. Verilen her taviz, bir yenisine zemin hazırlıyor. Yapılan her hizmet, daha büyük beklentilere kapı aralıyor. Müslim veya gayrimüslim fark etmiyor, şımarıklık ve nankörlük geliyor.

Necdet Sakaoğlu’nun 20. Yüzyıl Başında Osmanlı Coğrafyası kitabından iki küçük bölüm alalım:

Sayfa 96: Bosna’da 1850’lerde bağımsızlık hareketleri başlamıştır. İlk Maarif Müdürlüğü’nün burada kurulması, İstanbul Muallim Mektebi’nden sonra ikinci muallim mektebinin Saraybosna’da açılması gibi yenilikler, yarım yüzyıl sürecek Bosna Hersek sorununun başlamasını önlemeye yetmemiştir.

Sayfa 100: Midhat Paşa’nın önerisiyle Tuna vilayeti kurulmuştur. Bulgaristan bölgesini kapsayan bu yeni vilayette köylere kadar meclisler oluşturulmuş, yol ve okul yapımına öncelik verilmiş, Osmanlı ülkesindeki ilk demiryolu burada işletmeye açılmış, Ziraat Bankası’nın temelini oluşturan ve köylüye kredi veren Menafi Sandığı yine ilk burada kurulmuştur.

Ayrılıkla ve kanla sonuçlanan süreçlerin neredeyse tamamı böyle başlıyor. Bütün bunlar bize neyi çağrıştırıyor?

Sona doğru yaklaşırken, Sultan Abdülhamid Han’ın Anadolu’yu tahkim etme çabasına şahitlik ediyoruz. Belli ki gidişat görüldü. Milli Mücadele yıllarında yaşlı bir köylünün askerlere söylediği gibi: “Elde bir Anadolu kaldı. Onu sıkı tutun.” Devlet aklı, daha Balkan Savaşları başlamadan, bu hakikatin farkına varmış olabilir.

Bir İslâm beldesi olan Selânik, iki büyük şehrimizden biriydi. Onu bile elimizde tutamadık. Edirne vilayetinin küçük bir kısmını son anda kurtarabildik.

Milli Mücadele, Anadolu’yu elde tutma çabasının adıdır. Sonuçlarını ve sonrasında yapılanları elbette tartışabiliriz.

Artık hep birlikte Anadolu’dayız. Rus işgali altında yaşamaya razı olmayan Tatar, Çerkes, Gürcülerle beraber. Anavatan olarak Anadolu’yu seçen Arnavut, Boşnak ve Pomaklarla birlikte. Böyle uzayıp gider bu.

Biz farklı isimler kullansak da batı dünyası hepimizi Türk olarak görüyor. “Türk kavramı, geniş anlamıyla İslâm demektir.”

Devlet Başkanı Sayın Erdoğan, teşekkür konuşmasında, bütün bu yaşananları, yani bir buçuk asırlık serüvenimizi, neredeyse bir cümleyle özetledi: “Kaderimizin merkezine Anadolu’yu yerleştirdik.” Evet, Anadolu ortak kaderimiz, müşterek derdimizdir.

«««

Yirmi beş yıl boyunca, Anadolu’nun birçok yerini gezdim. Sadece şehir merkezlerini, tanınmış beldelerini değil; dağlarını, ormanlarını, ırmak boylarını, yaylalarını, insansız bölgelerini. En çok da turizmin uğramadığı ve daha temiz kalmış topraklarını. Yoksul ve yorgun köylerini. Geriye düşmüş kasabalarını. Sadık, fedakâr ve kanaatkâr insanların evlerine, sofralarına misafir olduk. Onların hayatlarına dokunduk.

Bir örnek verelim: Mustafa Amca’nın derme çatma kulübesindeyiz. Yetmiş yaşından fazla ve hâlâ çobanlık yapıyor. Dağda bir başına yaşıyor. Gençlik yıllarından kalma bir olayı anlatıyor heyecanla. Vadide bir mağara bulmuş. Mağaranın girişinde büyük bir kaya parçası varmış. Şunu diyor: “Kaya o kadar büyüktü ki ancak devlet gücüyle kaldırılabilirdi.” Bu cümlede iki şey birden var: Sâfiyet ve devlete olan itimat. “Anadolu insanı” derken kastettiğimiz tam olarak budur.

Modern yollar, mühendislik harikası tünel ve köprüler belli başlı şehirleri birbirine bağlıyor. Peki, hızla ve görmeden geçtiğimiz diğer yerlerde neler oluyor, yaşanıyor? İhmal edilen, işte bu sorunun cevabıdır. İnşa ile inşaat aynı şey değildir ve olamazlar.

İstanbul nerede başlıyor ve nasıl bitiyor, bilemiyoruz. Devasa projeler, toplu konutlar her yerde. İnanılmaz bir yığılma var. Bazı sahil bölgeleri de benzer durumda. İnşaat sektörü ve turizm. Yatırımların önemli bir kısmı tüketim ve eğlenceye gidiyor. Buna karşılık Aksaray, Bayburt, Çankırı, Gümüşhane, Karaman, Kastamonu, Kırşehir, Niğde gibi illerimiz ne durumda? Hep doğuyu konuşuyor, yazıyoruz.

Babam yıllar evvel köye kesin dönüş yaptı. Bir dağ köyü. Aslında “divan” diye geçiyor. Çünkü sekiz köy buraya bağlı. Hastalanıyor ve doktora gitmesi için ikna edemiyorlar. Gitmez. Bir doktor arkadaştan rica ettim. Allah ondan razı olsun, beni kırmadı. Kendi arabasıyla köyümüze gitmek için yola çıktı. Eylül ayının ortası. Gece biraz yağmur yağmış. Toprak yol hemen balçığa dönüşmüş. Velhasıl köye çıkamadı, yarı yoldan dönmek zorunda kaldı. Üstelik arabası hayli kuvvetli idi. Buna rağmen şikâyet değil, dua ederler: “Allah devletimizi başımızdan eksik etmesin.” Vefalı olmayı cezalandıramayız.

Anadolu toprakları yeteri kadar dinlenmiştir. Artık nadas sona ermelidir. Yeni dönemle birlikte Anadolu’nun iç kesimlerinin ihya edilmesi, bayındır kılınması öncelik haline gelmelidir.

“Kader gayrete âşıktır” son yılların gözde cümlelerinden biri. Madem Anadolu bizim kaderimiz, bütün gayretimiz ve gücümüzle ona doğru yürümeliyiz.

#Tarihh
#Osmanlı Devleti