İçten bir seda

04:007/04/2018, Cumartesi
G: 7/04/2018, Cumartesi
İbrahim Tenekeci

Yüzlerce edebiyat dergisi ve yayınevi, binlerce hevesli. Herkes haklı olarak yaptığını, yazdığını önemser. Doğrusu budur zaten.Şiir, öykü, roman yazan birçok insan, zamanın en iyi hakem olduğunu dile getirir. Doğru mudur bu? Hep beraber bakalım.Kendi döneminde, yani yaşarken karşılık bulamayan, okuyucu oluşturamayan edebiyatçılar, bu imkâna sonradan pek kavuşamıyor. Büyük ölçüde böyle bu.Mevlâna’dan başlayıp ayakta kalan bütün şairlere, hikâyecilere tek tek bakalım. Sonuç değişmeyecektir. Oğuz Atay

Yüzlerce edebiyat dergisi ve yayınevi, binlerce hevesli. Herkes haklı olarak yaptığını, yazdığını önemser. Doğrusu budur zaten.

Şiir, öykü, roman yazan birçok insan, zamanın en iyi hakem olduğunu dile getirir. Doğru mudur bu? Hep beraber bakalım.



Kendi döneminde, yani yaşarken karşılık bulamayan, okuyucu oluşturamayan edebiyatçılar, bu imkâna sonradan pek kavuşamıyor. Büyük ölçüde böyle bu.

Mevlâna’dan başlayıp ayakta kalan bütün şairlere, hikâyecilere tek tek bakalım. Sonuç değişmeyecektir. Oğuz Atay gibi birkaç istisna hariç, ortak kabul görmüş isimlerin neredeyse tamamı hayattayken emeklerinin karşılığını almışlardır. Bugün biz kimleri okuyorsak, onlar, zamanlarında da okunan, ciddiye alınan, saygı duyulan kalemlerdi. Ülkemizde vefat ettikten sonra kıymetlenen şair yok gibidir. Biraz yakından bakarsak: Ziya Osman Saba, Ahmet Muhip Dıranas, Behçet Necatigil, Cahit Külebi, Oktay Rifat, Nazım Hikmet, Edip Cansever, Turgut Uyar, Cemal Süreya, Necip Fazıl, Cahit Zarifoğlu… hep yaşarken karşılık bulmuş şairlerdir. Sezai Karakoç ve İsmet Özel gibi.

Mehmet Akif ve Yahya Kemal’e saldıranlar çoktan unutulup gitmiştir. Bu iki isim ise her geçen gün büyümektedir.

Aynı hakikat hikâye için de geçerli görünüyor. Yaşarken yankı bulan Sait Faik, aradan geçen onca yıla rağmen kıymetinden hiçbir şey kaybetmemiştir. Mustafa Kutlu ve Rasim Özdenören’in kaybetmeyeceği gibi. Yani denildiği üzere, değerimiz sonradan anlaşılmayacak. Hayattayken anlaşılacak ve inşallah o şekilde korunup gidecek.

Şimdi birkaç adım öne çıkan, kendi okuyucusunu oluşturan isimlere ‘popüler’ etiketi yapıştırma furyası var. Bazıları ayrım yapma ihtiyacı bile hissetmiyor. Günübirlikçiler ile sanatçıları aynı yargının içine doldurabiliyor.

Sahici elek, geçerli ölçü şudur: Bir insan otuz kırk sene düzenli olarak yazmış, yayınlamış ve yıkılmamış ise saygıyı hak ediyor demektir. Metinleri yetersiz olsaydı eğer, ilişkiler ve imkânlar onu kurtaramaz, bu kadar uzun soluklu yürüyemezdi. “En iyi hakem zamandır” sözünün bir karşılığı varsa eğer, o da budur. Edebî değeri olmayan zaten ilk rüzgârda uçup gider.

Yunus Emre’den günümüze kadar yaptığım okumalar bana konuyla ilgili ne söylüyor? Asıl marifet, milletin gönlüne tesir edebilmektir. Eserlerimizin millî hafızada tutunabilmesinin yolu buradan geçiyor.

Kalıcılık meselesine de aynı pencereden bakıyorum. Ahiret hayatına iman etmiş insanların kalıcılık iddiası taşıması, ağır ve anlamsız bir yük gibi geliyor bana. Özellikle belli bir yaştan sonra şunu anladım: Geride aziz hatıralar bırakmak daha değerlidir. İyi eserler de aziz birer hatıradır. Memleketin kubbesinde içten bir seda.

Şunu da söylemek isterim: Yazdıklarımız kutsal ve dokunulmaz metinler değildir. Şahsiyat yapmayan eleştiri her daim faydalıdır.

#Yunus Emre
#Toplum