Dünden bugüne muhacir olmak…

04:003/07/2019, Çarşamba
G: 3/07/2019, Çarşamba
İbrahim Tenekeci

Ömrümün önemli bir kısmı muhacirler arasında geçti. Tanıdıklarımın hepsi Balkan kökenli idi. Arnavut, Boşnak, Pomak gibi. Çiçek meraklısı anneler, temizlik düşkünü ablalar, gezmeyi seven babalar ve sürekli eskilerden konuşan ihtiyarlar. Bilmediğim ve Türkiye haritasında olmayan şehirlerden özlemle bahsediyorlardı: Berat, Gostivar, Kalkandelen, Novipazar, Sarışaban…O yıllarda Yugoslavya bir bütündü, parçalanmamıştı. Genellikle “Yugoslavya göçmeniyiz” derlerdi. Sırf bu yüzden Yugoslavya pullarına

Ömrümün önemli bir kısmı muhacirler arasında geçti. Tanıdıklarımın hepsi Balkan kökenli idi. Arnavut, Boşnak, Pomak gibi. Çiçek meraklısı anneler, temizlik düşkünü ablalar, gezmeyi seven babalar ve sürekli eskilerden konuşan ihtiyarlar. Bilmediğim ve Türkiye haritasında olmayan şehirlerden özlemle bahsediyorlardı: Berat, Gostivar, Kalkandelen, Novipazar, Sarışaban…



O yıllarda Yugoslavya bir bütündü, parçalanmamıştı. Genellikle “Yugoslavya göçmeniyiz” derlerdi. Sırf bu yüzden Yugoslavya pullarına özel bir ilgim oluşmuştu.

Yaş ortalaması yetmiş beş olan bir arkadaş grubumuz vardı. İçlerinde ‘düşman görmemiş topraklardan’ gelen tek kişi bendim. Sırayla vefat ettiler. En son Tatar Hasan bu dünyadan ayrıldı.

1989 yılında Bulgaristan’dan büyük bir göç dalgası geldi. Milli Gençlik Vakfı’nda görevliydim. Gelenlerin bir kısmını Kâğıthane’de iskân ettiler. Ne şart altında ülkemize ulaştıklarını çok iyi biliyorum. Hepsi perişan haldeydi. Kısıtlı imkânlarımızla elimizden geleni yapmaya çalıştık. Birkaç yıl sonra devlet onlara ev verdi, iş buldular, kök saldılar. Şükür. Kastettiğim yer, eski ismiyle Kâğıthane Göçmen Konutları. Artık Lâle Sitesi diyorlar.

Anadolu ve Trakya topraklarını hayli gezdik. Hiç ummadığımız yerlerde, karşımıza muhacir / göçmen köyleri çıktı. Mesela Kırklareli iline bağlı Sislioba, bir Pomak köyüdür. Bulgar hududuna sıfır mesafede. Geyve’de dağın yamacına kurulu Doğantepe köyünü Selanik’ten gelenler kurmuştur. Adapazarı civarında Gürcü ve Çerkez köyleri yaygındır. Çatalca’da Kırım Türkleri. Çerkezköy’ün eski ismi Türbedere’dir. Bu şekilde, sayfalar dolusu örnek verebiliriz.

Her muhacir köyünün anlatılmaya değer bir hikâyesi vardır. Doğantepe demiştik, kısaca onu yazalım. 1923 yılında gerçekleşen mübadelede, Yunanistan’dan yarım milyon kadar Müslüman Türk ülkemize gelir. Yeni gelenlere Rumlardan boşalan evler, köyler tahsis edilir. Trakya toprakları ve Ege kıyıları biraz böyledir. Geyve tarafına verilen muhacirlere adres olarak bir Rum yerleşimi olan Ortaköy gösterilir. Orayı beğenmez ve birkaç kilometre aşağıya yeni köylerini kurarlar. Elbette eski köyün malzemelerini kullanmak suretiyle…

Osmanlı devletinin müreffeh dönemlerinde, İstanbul’un hemen yanı başında bulunan Bolu sancağının bile sürgün yeri kabul edildiğini biliyoruz. Yenilgilerle beraber vatan küçülmeye başlayınca, kaybedilen topraklarda can ve mal güvenliği kalmayınca, İslam nüfus Anadolu’ya geçmeye başlıyor. Kimi baskı nedeniyle, kimi de dinini, namusunu, canını kurtarmak için.

93 Harbi olarak da bilinen Osmanlı-Rus Savaşı’ndaki inanılmaz yıkım ve telafisi imkânsız toprak kayıpları, bir kez daha Anadolu’yu garipler yurdu yapıyor. (Hicri 1293, Miladi 1877) Savaşta ve sonrasında nelerin yaşandığına dair kayıtlı bilgi pek azdır. Nasıl bir mücadelenin ve mezalimin yaşandığını göstermek için, iki hatırat önermek isterim. Biri batı, diğeri doğu cephesinden: Zağra Müftüsünün Hatıraları, Hüseyin Râci Efendi. Başımıza Gelenler, Mehmet Arif Bey.

Anadolu’daki Abaza, Gürcü, Çeçen ve Çerkez nüfus, ekseriyetle, Kafkasların kaybından sonra gelenlerdir.

Balkan kıyametinden canını zor kurtaran yüz binlerce mazlumun ilk baktığı yer, yine Anadolu olmuştur.
Öyle büyük bir göç yaşanmıştır ki Anadolu’daki birçok beldenin nüfus yapısı ve kültürü değişmiştir. İlk etapta İstanbul’a gelen muhacirlerin acıklı fotoğraflarına internet üzerinden rahatlıkla ulaşabilirsiniz. Ayasofya Camii bile bir müddet onlara ayrılmıştır.

Balkanlarda yaşanan acımasızlıktan kaçanlar sadece Türkler değildir. Arnavut, Boşnak, Roman ve diğerleri. Kabahatleri belli; Müslim olmaları. Küçük bir dipnot: Balkan Harbi’nde ilk çözülenler, çoğunlukla, Rumeli askerlerinden oluşan birliklerdir.

Milletimizin Balkan günlerinden geriye ne kaldı? Beyzanur Turcihan’dan unutulmayacak bir dize:
“Düşman görmüş toprakların türküleri…”

Birinci Cihan Harbi yıllarında Anadolu’ya geri çekilenlerde bir çeşitlilik görülüyor. Musul ve Halep vilayetlerinden Türkmenler geliyor örneğin. Bu konuyu teferruatlı bir şekilde açmak yerine, başarılı bir kitabın ismini vermek daha isabetli olur: İttihat ve Terakki’nin Müslümanları İskân Politikası, Fuat Dündar. Kitap 1913 ile 1918 yılları arasını kapsıyor.

Balkan faciası sırasında muhacirlerin toplanma merkezinin Selanik olduğunu biliyoruz. “Selanik’ten geldik” diyenlerin bu denli çok olmasının nedeni budur. Kitaba göre, Birinci Cihan Harbi’nin toplanma merkezi ağırlıklı olarak Konya’dır. Yeni gelenler, oradan diğer bölgelere dağıtılıyor.

Cumhuriyet tarihi de göç hikâyeleriyle doludur. 1989 yılında yaşanan göçe yazımızın girişinde kısaca değindik.
Mazlumlar ve garip düşenler söz konusu olduğunda, fikren mesafeli durduğumuz siyasetçiler bile ellerinden geleni yapmıştır.

Adakale, Tuna nehrinde Türklerin yaşadığı küçük bir adadır. Baraj suları altında kalır. Adakale Türklerini Romanya’dan ülkemize getiren Süleyman Demirel’dir mesela. Bizzat bu olayla ilgilenir ve 1967 yılında Romanya’ya gider. Dönüşünde, Adakale Türklerini beraberinde getirir. İşte bu ailelerden biriyle temas kurmuştuk. İzmir’de yaşıyorlardı.

Kenan Evren tarafından ülkemize getirilen Kırgız Türkleri de konumuza iyi bir örnektir. 1982 yılında. Ayrıntılı bilgi için bakınız: Van ili, Erciş ilçesi, Ulupamir köyü.

1991 senesinde Irak’tan ülkemize doğru büyük bir göç harekâtı oldu. O sırada Muş’ta askerdim. Şehirde geçici kamp kurduk. Payımıza düşen misafirleri en iyi şekilde ağırlamaya çalıştık.
Vatanlarını terk etmek zorunda kalan insanların çilesini bir kez daha görmüş oldum.

Şimdi Suriye’deki kanlı iç savaştan ve mezhep zulmünden kaçanların ülkemize gelişi tartışılıyor. İçimizden birileri her fırsatta olay çıkarmaya, yalan haber üretmeye ve Suriye’den gelenlerle ilgili olumsuz algı oluşturmaya gayret ediyor. Binlerce iyi misal dururken, bir tane talihsiz olay ısrarla gündemde tutuluyor.

Urfa-Rakka ve Antep – Halep hattı, Osmanlı devrinde Türkmenlerin mecburi iskâna tâbi tutulduğu bölgedir. Yani buralar her manada bizim evveliyatımızdır.
Ülkemize gelenler de çoğunlukla işte bu coğrafyadandır. Bilgi sahibi olmak isteyenler, Tufan Gündüz’ün Anadolu Türkmen Aşiretleri (Bozulus Türkmenleri) isimli kitabını mutlaka okumalıdır. Sayın Süleyman Soylu’nun açıklamasını da bir kenara not edelim: Gelenlerin önemli bir kısmı Misak-ı Millî sınırları içinden…

Zamanla, iki topluluk arasında bazı kültürel farklar oluşmuş olabilir. Girit, Kırım, Balkan ve Kafkas topraklarından gelenler de başlangıçta böyle değil miydi? Bu bahsi fazla açmak istemeyiz.

Yazımızı bir ayrıntıyla bitirelim: Balkan kökenlilerin ağırlıkta olduğu yerleşim yerleri çoğunlukla Halk Partisi’nin kalesi durumundadır. Bunun elbette psikolojik nedenleri ve tarihsel arka planı var. Halk Partisi’ne siyaseten karşı olan, o zihniyetten haksızlık gördüğünü söyleyenler ise genellikle Anadolu’nun sabit ahalisidir.
Türkiye’de siyasetin ayrıştığı noktalardan biri de budur.

Bu konuya devam etmek isterim.

#Yugoslavya
#Milli Gençlik Vakfı
#Göçmen
#Muhacir
#Beyzanur Turcihan