İslâm’ın ‘merkezi’ çökertiliyor. Dünyanın ‘merkezi’ de çöküyor. Ama Türkiye yükseliyor. Neden?

04:009/05/2018, Çarşamba
G: 9/05/2018, Çarşamba
İbrahim Karagül

Dünyanın merkez iktidar alanı çökerken hep yeni güçler, belki daha büyük güçler öne çıkar. Şaşırtıcı, şok edici değişimler yaşanır. Trajik çöküşler, dramatik, göz kamaştırıcı yükselişlere tanık olunur. Bu değişimler yüzyılları biçimlendirecek değişimlerdir. Böyle dönemler insanlık tarihinin en keskin dönüşleridir. Medeniyetlerin yükselişi, durgunlaşması, çökmesi ya da yeniden canlanması işte bu dönemlerde olur.Günübirlik hiçbir düşünce, söylem ve hareket bu büyük sarsıntıyı anlamaya, açıklamaya

Dünyanın merkez iktidar alanı çökerken hep yeni güçler, belki daha büyük güçler öne çıkar. Şaşırtıcı, şok edici değişimler yaşanır. Trajik çöküşler, dramatik, göz kamaştırıcı yükselişlere tanık olunur. Bu değişimler yüzyılları biçimlendirecek değişimlerdir. Böyle dönemler insanlık tarihinin en keskin dönüşleridir. Medeniyetlerin yükselişi, durgunlaşması, çökmesi ya da yeniden canlanması işte bu dönemlerde olur.



Günübirlik hiçbir düşünce, söylem ve hareket bu büyük sarsıntıyı anlamaya, açıklamaya yetmez. Daha geniş bir gözle, akılla, hafıza ile, tarihin derinliklerinden bugüne ve geleceğe bakma ile, coğrafyayı ve dünyayı geniş ölçekte okuma çabası ile, güçler haritasındaki değişimle, yeryüzünün fay hatlarındaki hareketlilikle yarınları okuma, bundan sonra ne olacağını görme, geleceğin Türkiye’sini tahmin etme fırsatı buluruz.

Türkiye’nin yükseliş dönemi başlamıştır

Daha net biçimde bugünkü büyük hesaplaşmanın aslında ne olduğunu böyle öğreniriz. Bir önceki yazımda “Selçuklu’nun kuruluş dönemdeyiz. Osmanlı’nın kuruluş dönemindeyiz. Cumhuriyet’in kuruluş dönemindeyiz” diye yazdım. Bugün Türkiye, Selçuklu-Osmanlı-Cumhuriyet dönemi siyasi sürekliliği üzerinden yeni bir yükseliş döneminin başındadır.

Bu yüzden çok büyük bir mücadelenin, hesaplaşmanın tarafıdır hatta merkezidir. Bu yüzden bir nevi kuruluş dönemi, geleceğin dünyasında merkezileşme dönemi, 20. Yüzyıl sonrası büyük açılım dönemi yaşanmaktadır. Büyük iddialar, büyük hesaplar, büyük mücadeleler dönemidir bu. Küçük hesaplara, kişisel hırslara, siyasi körlüklere kurban verilecek bir fırsat değildir.

Zihinsel parçalanmışlık, zihinsel felç, en büyük yenilgimiz oldu..

Zamanımızı iyi okuyamama sıkıntımız var. Son otuz yılda olanları anlayamama sıkıntımız var. Zihinsel parçalanmışlık ve bunun verdiği algılama sıkıntılarımız var. 1991 Körfez Savaşı’ndan bu yana, Müslüman coğrafyanın her köşesinde “terörle mücadele merkezleri” kurulduğundan bu yana, terörle mücadelenin küresel doktrin haline getirilmesinden bu yana, siyasal İslâm tartışmaları ile zihinlerimizin felç edilmesinden bu yana, Müslüman ülkelerin farklı gerekçelerle tek tek işgal edilmesi ya da iç savaşlara sürüklenmesinden bu yana yaşadıklarımızın tamamı aslında tek bir proje, tek bir istilânın parçaları, aşamalarıdır.

Dikkat ederseniz bunların hiçbiri birbirinin zıddı olmadı, tam aksine tamamlayıcısı oldu. Bunlar olurken, Batı dünyası bir kez bile geri adım atmamıştır, en elverişsiz şartlarda bile daha ileri gitmek için yeni yeni formatlar, yöntemler üretmiştir. Her bir-iki yılda, bir ülke daha istikrarsızlığa sürüklenmiş, bizler bütün bunları o ülkenin özel şartları olarak görmüşüzdür. Çünkü bize öyle düşünmemiz dayatılmıştır. Onların en büyük zaferi bu olmuştur. Bizimse en büyük yenilgimiz.. Ülkelerimizin imhasından çok bu zihinsel felç halimiz yıkıcı olmuştur.

Batı ittifakı İslâm’ın merkezini çökertiyor

Demokrasi ve insan hakları projeleri dâhil, Batı’dan bizim topraklara yayılan her söylem ve program güvenlik eksenlidir, küresel hesaplaşmanın aşamalarından biridir. Öyle zamanlar oldu ki, aslında bu hesaplaşmaya direnenler bile o hesaplaşma adına, Batılı istilâ adına cepheye sürüldüler. Bunu fark etmediler bile. Bu hesaplaşma böyle bir akıl tutulmasını da içermekte, bu kadar rafine projelerle ilerlemektedir.

Bugün Batı dünyası “İslâm’ın merkezi”ni çökertiyor. İslâm’ın kanlı sınırlarından savaşı İslâm’ın kalbine taşıdılar. Ve bu, bazen savaşla değil, rehin almakla oldu, oluyor. Açık söyleyelim; “İslâm’ın merkezi”ni çökertmek için çok büyük bir istilâ projesi uygulanıyor. Osmanlı’nın dağılmasıyla başlayan çöküşün, 1990’dan sonra ikinci aşaması uygulanmaya başlandı. O tarihten bu yana Türkiye ve Müslüman coğrafyaya dönük saldırıların tamamı bu amaca yönelik oldu.

İşte tam bu sırada Türkiye yükseliyor!

Son aşamada Irak işgaliyle Mezopotamya’yı çökerttiler. S. Arabistan’daki iktidar değişikliği ile, Prens Muhammed bin Selman üzerinden Arap yarımadasını, Mekke ve Medine’yi rehin alıyorlar. Kudüs’ü yüz yıl önce işgal edenler, bugün de o kadrolar üzerinden Mekke ve Medine’yi denetim altına alıyor. Onların “İslâm’la savaş” adını verdikleri projede son aşama budur!

Ancak ne tuhaftır ki, İslâm’ın merkezini çökertmeye çalışan Batı’nın kendi merkezi de çöküyor. Daha doğrusu; Batı dünyasının yüzyıllara dayalı küresel hâkimiyeti çökerken Doğu’da başka güçler hızla öne çıkıyor. S. Arabistan-Batı ilişkileri yeni bir hal alırken, bütün projeler, anlaşmalar, ittifaklar İslâm’ın merkezini çökertme halini alırken yeni bir gücün, Türkiye’nin de çarpıcı biçimde, tarih dönüşü biçiminde öne çıkması son derece dikkat çekicidir. İşte durup düşünmemiz gereken yer tam da burasıdır.

Seçim sonrası için bazı hazırlıklar var

Türkiye’nin hem içeriden hem de dışarıdan bu kadar yoğun saldırılara maruz kalmasının nedeni, işte bu tarihi yükselişe geçmesidir. Mesele asla iç politik değildir, siyasi partilerle sınırlı değildir. Muhalefetin ülkeyi daha iyi yöneteceği iddialarıyla alakalı değildir.

Son beş yılda içeriden darbe girişimleriyle, dışarıdan açık saldırılarla, terör örgütleriyle yürütülen kampanya, muhtemelen seçim sonrasında başka bir hal alacak, Doğu Akdeniz ve Ege hareketlenecek, Batı’dan silah ambargoları öne çıkacak, ekonomik operasyonlar denenecek. Ülke dar bir alana sıkıştırılmak istenecektir. Bu bilindiği için seçimler erkene alınmıştır. Bu bir milli savunma hazırlığı olarak yapılmıştır.

“Erdoğan’ı devir, Türkiye’yi durdur” diye bir proje var..

Öyleyse kampanya döneminde oluşan ittifakları, siyasi söylemleri bu açıdan bir değerlendirmeye tabi tutmak zorunluluktur. Bütün Avrupa ve ABD’nin muhalefetle neden bu kadar yakından ilgilendiğini, yol-yordam önerdiğini, destek verdiğini, “Erdoğan’ı devirme, Türkiye’yi durdurma” planının neden Batı’nın ortak hesabı haline geldiğini bu çerçevede sorgulamak zorunluluktur.

Ben Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, konuşmalarındaki tarihi derinliği, coğrafi genişliğini, gelecek beklentilerini bu açıdan değerlendiriyorum. Onun cümlelerinden başka da bu yönde konuşan kimse yok. Bir tarih yükselişi, insanlık tarihindeki keskin dönüşümlerden birinin işareti gibi algılıyorum.

Türkiye sürprizi onları şaşırttı

Abbasiler döneminde de böyle oldu. Hilafet çökerken, etkisizleşirken kendini koruyamaz hale gelirken yeni bir güç sahneye çıktı, İslâm coğrafyasını ayağa kaldırdı, tarihi dönüştürdü. Şimdi hemen hemen aynı dönüş yeniden hissediliyor.

Türkiye’nin yükselişi işte böyle bir şeydir, siyasi tarihe müdahaledir. İslâm’ın kalbini, merkezini çökertmeye çalışanlar büyük bir sürprizle, Türkiye sürpriziyle karşılaştı. İşte şimdi bunu boğmaya çalışıyorlar. Türkiye’deki siyasi hesapların tamamı bununla bağlantılıdır.

Bu bir mucizedir, fırsattır, nasiptir..

Kılıçdaroğlu’nun önünü görmekten aciz sözleri, Akşener’in hınç ve öfkeden ibaret siyasi hesapları, onlara verilen çokuluslu destek, içerideki ve dışarıdaki örgütlerin onlar adına seferber olması sizi aldatmasın. Hesap çok büyük, mücadele çok büyük.

Yüzyılların hesaplaşması, geleceğin hesaplaşması yaşanırken, küçük dargınlıklar, küskünlükler, kişisel öfkeler, rahatsızlıklar sizi etkilemesin. Yoksa o karmaşa içinde boğulur gideriz.

İşte bu seçim, 24 Haziran, bu ülke için böyle bir tercihin zamanıdır. Bu büyük tarih dönüşünde herkesin o ağır sorumluluğu yüklenmesi, büyük düşünmesi, coğrafya ölçeğinde hareket etmesi gerekiyor.

Bu bir mucizedir, fırsattır, nasiptir.

#Dünya
#İslamiyet
#Türkiye