Önce ABD ve İngiltere’nin Soğuk Savaş yılları boyunca kendilerine yüklediği Vahhabi misyonluğunu terkettiler. Aslında kendileri terketmedi, onlara öyle söylendi. “Efendileri”nden gelen talimat böyleydi.
Çünkü yeni bir dönem başlamıştı ve kendilerine yeni roller yüklenecekti. Arap dünyası “başka bir görev” için hazırlanacaktı. Yeni bir emperyal proje için, yüz yıl boyunca bu toprakları mahvedenlerin yeni ajandası için harekete geçirilecek, tahrik edici söylemler üzerinden yeni bir uyutma dönemi başlatılacaktı.
Bu, hem Arap dünyasını rehin alma hem de emperyal projeler için bir silah olarak kullanma hesabıydı. Arap milliyetçiliği ihdas edilecek, “dinlerarası diyalog” söylemi Arap coğrafyasına kaydırılacak, özgürleşme dalgası ile kitleler provoke edilip el altından yeni coğrafya tasarımı, yeni güvenlik stratejileri uygulanacaktı.
Muhammed bin Selman bu yüzden Suudi Arabistan’a lider tayin edildi. BAE’li Muhammed bin Zaid’e bu yüzden böyle bir rol yüklendi. Bu iki kişi, darbecileri, terör örgütlerini finans kaynaklarını kontrolleri altına alıp ABD-İngiliz-İsrail hedefleri için seferber etti. O kirli trafiği yönetmeye başladı. Batı’nın terör ve istila projelerine vekalet etmeye başladı. Bu bir ihale bile değildi, bu görevlendirmeydi.
Arap ve coğrafyanın iç işgalcisi bu iki isim üzerinden daha korkunç şeyler yapacaklar. Bu iki Türkiye düşmanı üzerinden Türkiye’ye saldırmaya başladılar. Finansal terörden örtülü suikastlara kadar Batılı istihbarat teşkilatlarının ajandasında ne kadar kirli işler varsa bu ikisi üzerinden yürütmeye başladılar.
Onlar Arap’tan çok İsrail’ci, Müslüman’dan çok Amerikancıydı artık. Onlar coğrafyamıza yönelik saldırıların, işgallerin, iç savaşların tetikçileriydi artık. Onlar yüz yıl sonra İslam’ı ve Müslümanları bir kez daha tarih dışına itmeye dönük büyük projenin temsilcileriydi artık.
Sonra İslamcı iddiaların Soğuk Savaş dönemine ait olduğunu vurgulayıp artık bu iddiada “yokuz” dediler. Yokuz dedikleri İslamcılık değildi. Zaten öyle değillerdi. İslami kimliği, buna bağlı coğrafya kimliğini, tarih ve kardeşlik kimliğini imha ettiler.
İslam’ı ve Müslümanları Arap rejimleri üzerinden Atlantik ittifakının küresel hakimiyeti için kullanımda söylem değişikliğine gidildi. Artık buna ihtiyaç yoktu. Yeni söylem Arap milliyetçiliği ve Türkiye düşmanlığı idi. Çünkü Türkiye yükseliyor, bir güç inşa ediyor, Batı’nın coğrafya planları için “tehdit” olarak algılanıyordu. Öyleyse Türkiye’ye karşı Arap gücü de harekete geçirilmeliydi.
Onlara “İran tehdit, sizi İran’a karşı koruyacağız” sözü verdiler. Bunun arkasında Şii-Sünni savaşı hesapları yatıyordu. Ama birden bir Türkiye gücü öne çıktı. Muhammed bin Selman ve Muhammed bin Zaid’e bir anda “Türkiye ile mücadele etme” rolü yüklendi.
Bununla kalmadılar, İslami hareketlere, cemaatlere, Batılı istilaya karşı olan bütün kesimlere savaş açtılar. Sadece Müslüman Kardeşler’e değil, o hedef adı altında coğrafyaya kimlik ve karakter veren her şeye, her yapıya savaş açtılar. Proje çok büyüktü ama bunu Sünni dünyaya karşı “İhvan tehdidi” ile mücadeleye indirgeyip öyle pazarladılar.
Aslında bütün tuzak Arap dünyasına kurulmuş, Arapların güç inşa etmesinin önüne geçilmişti. ABD için, İngiltere için, İsrail için “İslamcı tehdit”le savaşacaklardı. 1990’ların başında birçok Müslüman ülkeye yüklenen rol bu sefer bu iki kişi üzerinden Araplara yükleniyordu.
Ama bu mücadele Türkiye’yi kapsamıyordu. Bütün Arap coğrafyasında İslamcılarla, cemaatlerle, Batı işgallerine karşı durabilecek her yapıyla mücadele edenler, Türkiye’ye karşı el altından bu yapıları destekliyor, fonluyor, örgütlüyordu. Akılları sıra Erdoğan karşıtı cephe kuruyorlardı. DEAŞ’ı, PKK’yı ne amaçla destekliyorlarsa Türkiye içinde bazı yapıları da o amaçla besliyorlardı.
Ardından “Kudüs” için ABD ve İsrail’le “pazarlığa” oturdular. “Kudüs İsraillilerin” dediler. “Bizim İsrail’le sorunumuz yok” dediler. Müthiş bir İsrail sevgisi Arap rejimlerini sarmıştı. Netanyahu “tarihi değiştirecek” adımların atıldığını söylüyordu. Filistin yapayalnız bırakılmıştı.
Çünkü isteklerinin ilki gerçekleşmiş, ABD elçiliğini Kudüs’e taşımıştı. Arap dünyasından ses bile çıkmadı. Çünkü pazarlığın kimler arasında olduğunu ve neler taahhüt edildiğini biliyorlardı.
Muhammed bin Selman’ın ve Muhammed bin Zaid’in Mekke ve Medine konusunda da taahhütleri var. Yakında ortaya çıkacak. Bu aşamadan sonra, söz konusu iki liderin kendi ülkeleri üzerinde bile söz hakkı olması artık muhtemel değildir. Ne istenirse onu yapmaktan başka bir seçenekleri de, düşünceleri de yoktur.
Bu da coğrafyanın, özellikle Arap coğrafyasının tamamen rehin alınması demektir. İşte bu aşamadan sonra savaşların, iç çatışmaların, yeni harita taslaklarının Arap topraklarını nasıl parçalayacağına tanık olacağız.
Otuz yıldır bütün savaşlar Arap topraklarında yaşandı. Arap dünyası hep kaybetti. Kendi ülkelerine sahip çıkma yerine Batılı vesayet için çalışmaları, bu felaketin birinci etkenidir.
ABD Başkanı Trump’la dünyaya verdikleri “küre” resmine benzer bir resme de önceki gün BAE’de tanık olduk. Papa’nın yanında el pençe divan duran BAE liderlerinin neyi, kimi temsil ettiği konusunda sanırım herkes hemfikir. Sembollerin dili vardır. Tabi ağır faturaları da.
28 Şubat döneminde Türkiye’ye yüklenen “İslamcılıkla mücadele” (o aslında İslam’la mücadeledir) görevi, şimdi Muhammed bin Zaid ve Muhammed bin Selman’a yüklendi. Türkiye’de FETÖ’ye yüklenen “dinlerarası diyalog” misyonu şimdi yine o iki kişiye yüklendi.
Yıllardır terörle bölgeyi kasıp kavuranlar, terör trafiğini de, finansmanını da söz konusu iki kişiye yükledi. Yıllardır Arap dünyasını İran’la korkutanlar, şimdi bu iki kişi üzerinden bütün Arap milletini Türkiye’ye karşı kışkırtıyor.
Dünyanın bütün güç haritaları sarsıldı. Küresel ölçekte yeni bir güç dengesi oluşamadı. Bu durum, bazı milletlere güç inşa etmek için olağanüstü fırsatlar sunuyor. Arap dünyası da böyle bir imkan yakalamıştı. Ama şimdi tam tersi oluyor.
İki Veliaht üzerinden bütün Arap milleti, öncekinden çok daha vahim bir vesayetin, esaretin altına sokuluyor. Hem de bu sefer İslam’ın ve coğrafyanın bütün kutsalları çiğnenerek.
Şunu net olarak ifade etmiş, not düşmüş olayım: Bugün kurulan cephe, bölgenin direnç oluşturabilecek bütün çevrelerini yok etmeye ayarlandı. Böyle giderse Arap dünyası 21. yüzyılı da ıskalayacak. Böyle giderse, otuz yıldır Arap topraklarını kavuran fırtına olağanüstü ölçekte şiddetlenecek. Çok daha büyük yıkımlara neden olacak.
Onlar Türkiye ile mücadele ettiklerini sanadursun, bir “Türkiye yayılması” yalanına kanadursun, aslında hedefin kendileri olduğunu er geç anlayacaklar. Umarım bu çok geç olmaz..
BAE’de Papa ile İslam dünyasına verilen mesajı anlamlandırma konusunda güçlü sözler üretilmedi. Ama Fransız yazar George Malbrunot o fotoğrafı “İslam hariç herkese hoşgörü” olarak yorumladı. Biz bu kadarıyla da yetinmeyeceğiz.. Bu vahim iç işgalle hesaplaşmaya devam edeceğiz..
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.