15 Temmuz darbe ve işgal girişiminin üzerinden 3 yıl geçti. Bu süre zarfında gerek bilfiil darbeye teşebbüs edenler, gerekse devletin çeşitli kademelerinde gizlenen Fetullahçı hainler hakkında soruşturmalar yürütüldü. FETÖ ile mücadele kapsamında binlerce kişi yargılandı, kimileri mahkûm edildi, kimilerinin davaları devam ediyor, kimileri hakkında da idari tedbir ve tahkikatlar sürüyor.
Yargılamaları ikiye ayırmak mümkün. Birincisi, bizzat darbeye teşebbüs edenler, ikincisi ise darbeye iştirak edip etmediklerine bakılmaksızın Fetullahçı terör örgütüne mensup olanlar hakkında gerçekleşen yargılamalar. Bu yargılamalar, örgütün ana omurgasının ortaya çıkarılıp, mücadelenin doğru zeminde ve kararlı bir şekilde yapılması için önemli.
Fetullahçı terör örgütü ile mücadelede en ağır yükün yargıda olduğunu ve yargının bu konuda da üzerine düşeni fazlasıyla yaptığını hepimizin kabul etmesi gerekir. Ancak bütün bu soruşturma ve kovuşturmaların neticesinde 15 Temmuz’un üzerindeki sis perdesinin tam anlamıyla kalktığını söylememiz mümkün değil.
Akıncı İddianamesi hariç, Çatı Davası başta olmak üzere önemli davalar ilk derece mahkemelerde karara bağlandı. Gerek soruşturmalar sırasında, gerek duruşmalar sırasında Fetullahçı hainlerin yalan, inkâr, perdeleme ve örgütlü hareketleri nedeniyle darbe emrini kimin verdiği, ne zaman kararlaştırıldığı, kaç kişinin planın içinde olduğu ve neyi hedeflediklerine ilişkin somut bir tablo ortaya konulamadı. Burada tabii ki soruşturmayı ve yargılamayı yapanların bir kusuru yok. Ancak 15 Temmuz ile ilgili karanlık noktaların hâlâ aydınlatılamadığı gerçeğini bu vesile ile sorgulamamız lazım.
“Bu kadar laf kalabalığı niye yaptın” dediğinizi duyar gibiyim. Lafı daha fazla eğip bükmeden bu süreçten nasıl bir netice çıkardığımı açıkça yazmak istiyorum. Üç yılın ardından 15 Temmuz’un 12 Mart’vari bir müdahale planı olduğunu düşünüyorum. Yakın tarihi bilenler hatırlayacaktır. Bilmeyenler ise mutlaka 12 Mart’a nasıl gelindiğini ve muhtıranın içeriğini irdelemelidir.
Malum 12 Mart muhtırasından önce Cemal Madanoğlu liderliğindeki cunta 9 Mart’ta darbeye kalkıştı. Madanoğlu cuntasının kalkışmasından doğan kargaşa üzerine 12 Mart Muhtırası ilân edildi. Muhtıra ile Başbakan Demirel alaşağı edildi ama yönetime el konmadı, Meclis feshedilmedi.
Muhtıradan sonra Nihat Erim, CHP’den istifa ettirilerek, bağımsız başbakan olarak atandı, Meclis’te bulunan partiler de seve seve Nihat Erim Hükümeti’ne isim bildirerek kabinede yer aldılar. Dolayısıyla da güvenoyu verdiler.
15 Temmuz ihanet girişiminden sonra birileri FETÖ’nün siyasi ayağını diline doladı, bunu soranlar 15 Temmuz’un siyasi ayağını hiç sormadı. Fetullahçı terör örgütünün siyasi bir ayağı yoktur. Çünkü bu örgüt Necmettin Erbakan Hükümeti hariç, her iktidar döneminde işlerini gördürdü. Siyaset örgüt için gelip geçici şeydi. Onlar için kalıcı olan bürokrasiydi. Zaten bürokrasiyi ele geçirdikleri için her hükümet döneminde işlerini gördürmeyi başardılar. Eğer Tayyip Erdoğan’ın iktidar süresi uzun sürmeseydi, bırakın FETÖ ile mücadeleyi bu örgütün devletin bütün kılcal damarlarına bu kadar sızdığını hiçbir zaman öğrenemeyecektik.
Şimdi herkesin merak ettiği soruları soruyorum. 15 Temmuz gecesi Fetullahçı alçaklar Cumhurbaşkanımız’ın canına kastetselerdi sıkıyönetimi kim ilan edecekti? 15 Temmuz’un Nihat Erim’i kim olacaktı? Bu konuda o gece birileri arasında telefon trafiği yaşandı mı? O gece Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde olup da Türk topraklarında olmayan siyasiler kimlerdi? Bu sorulara yanıt bulduğumuz takdirde Fetullahçı terör örgütünden de onun gibi benzer örgütlerden ve onların arkasındaki uluslararası üst akıllardan da kurtulmuş oluruz…
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.