İhtiyacın zaruret sayılması ve faizli kredi (2)

04:0026/01/2020, Pazar
G: 25/01/2020, Cumartesi
Hayreddin Karaman

Aşağıda sıralayacağımız örnekler, hem ihtiyacın zarûret kabul edilmesi, hem de ihtiyaç dolayısıyla bir kısım yasakların serbest hale gelmesi konusunda şüpheye yer bırakmayacaktır (Örnekler için bak. Zeynuddin İbn Nuceym, v. 970/1563, el-Eşbah, C. I, s. 272-294).a) “Bir insan emir, ya da devlet başkanı nezdinde, bir işini tesviye etsin, düzeltsin, yoluna koysun, böylece meşrû olan bir menfâati elde etsin ve bir zarardan kurtulsun diye, bu maksatla, birine rüşvet verse bu caiz midir?”İbn Nuceym cevap

Aşağıda sıralayacağımız örnekler, hem ihtiyacın zarûret kabul edilmesi, hem de ihtiyaç dolayısıyla bir kısım yasakların serbest hale gelmesi konusunda şüpheye yer bırakmayacaktır (Örnekler için bak. Zeynuddin İbn Nuceym, v. 970/1563, el-Eşbah, C. I, s. 272-294).

a) “Bir insan emir, ya da devlet başkanı nezdinde, bir işini tesviye etsin, düzeltsin, yoluna koysun, böylece meşrû olan bir menfâati elde etsin ve bir zarardan kurtulsun diye, bu maksatla, birine rüşvet verse bu caiz midir?”

İbn Nuceym cevap veriyor:

“Alana haramdır, verene caizdir” (İbn Nuceym, Risâle fi’r-Rüşve, Mecmûa içinde, Kahire 1999, s. 197-207).

Bu fetvaya göre ancak rüşvetle iş gören yetkiliye, kişi hakkını kurtarabilmek için rüşvet vermese ve hakkını kaybetse hemen bir haftada veya günde ölmez, bir organ kaybına da uğramaz, ama meşrû bir menfaat elinden gider ve artık ondan istifade edemez. Demek ki, fıkıh bu durumu bir zarûret olarak kabul ediyor ve bundan dolayı başka çare yoksa hak sahibi rüşvet verebilir diyor. “Bu veren için caizdir, ama karşı taraf için haramdır” diyor.

Rüşvet alan ve haram yiyen memurunu engellemek ise devletin vazifesidir.

b) Önemli özel veya kamu ihtiyacını gidermek için faiz vererek kredi temini de böyledir; günahı, başka türlü, mesela karz-ı hasen vermeyen veya ortaklık yoluyla sermaye temin etmeyenlere yüklenir.

Her ikisi de Hanefî Mezhebinde fetva mercii olan İbn Nuceym ve şarih Hamevî’nin, “Önemli ihtiyaç sebebiyle kredi arayan kişi bunu bulamadığı takdirde faiz ödeyerek ödünç para alabilir” şeklinde ifade ettikleri ruhsatı da “ihtiyacın zaruret sayılması” kaidesine bağlamışlardır. Hamevî bu ifadeyi şöyle açıklamaktadır: “İhtiyacı olan şahıs mesela on altın ödünç alır ve alacaklısına, her gün için belli bir meblâğı fazladan ödemeyi taahhüt eder.” Bu ruhsatın dayanağının da halkın ihtiyacı olduğu metin ve şerhin örneklerinden açıkça anlaşılmaktadır.

Bu örnekte faiz “alana haram, verene ihtiyaç sebebiyle caizdir” (İbn Nuceym, el-Eşbâh ve’n-nezair, Beyrut 1985 C. I. S. 293-4) ; (Ebü’l-Abbâs Şihâbüddîn Ahmed b. Muhammed el-Hüseynî el-Hamevî el-Mısrî, ö.1098/1687, aynı yerde).

İbn Nuceym Memlükler devrinin sonlarında (1250-1517), Hamevî ise ondan bir asır kadar sonra vefat etmişlerdir. Her ikisi de Hanefî mezhebinde muteber âlimlerdir. Adını verdiğim kitaplarında kendilerinden önce yaşamış birçok fakihin benzer görüşlerini de naklediyorlar.

c) Tedavi için açılma: Doktor, teşhis ve tedavi için gerekli olduğu kadar avret (açılması haram olan) yerlere dokunur ve bakar.

d) Erkeklere ipek giymek haramdır; deri hastalığı çeken ve pamuklu vb. gömlek giydiği takdirde rahatsız olanların ipek iç gömleği giymeleri caiz görülmüştür (Buhârî, Cihad, 91; Libas, 29.)

b) Yalan söylemek haramdır; fakat arabulmak, mal ve cana yönelen haksız bir zararı önlemek vb. ihtiyaçlar sebebiyle çift anlamlı sözler kullanılmasına veya bu olmuyorsa yalan söylenmesine cevaz verilmiştir.

c) Genel kaide, “alması haram olan bir şeyin vermesi de haram ve yasaktır” şeklindedir (Mecelle, md. 34). Ancak ihtiyaç sebebiyle; yani ihtiyacı başka türlü gidermek mümkün olmadığı yahut güçlük bulunduğu zaman, alınması haram olan bazı şeylerin verilmesi caiz görülmüştür. Yukarıda zikredilen rüşvet buna bir örnektir. Ayrıca gasp haram olduğu halde bir şahıs, bir çocuğun malına zorla el koysa (gasbetse), çocuğun vasisi, bu malın bir kısmını gasbedene bırakmak suretiyle geri kalanını kurtarabilir. Mecelle şârihi bu ruhsatı, “zarûretler yasakları mübah kılar” kaidesine bağlamak suretiyle “ihtiyacın zarûret gibi değerlendirildiğini” açıkça ifade etmiştir (Durar, c. I, s. 91).

d) Evlenmesinin iyileşmesini sağlayacağı umulan akıl hastasının bir eşle evlenmesi caiz ve sahih görülmüştür.

Genel, fakat geçici ihtiyaç ve zarûretlere bağlı ruhsatlar:

Bu çerçevenin yukarıdakinden farkı geçici olmasıdır. Yukarıdaki örnekler toplumun devamlı olan ihtiyaçları (öldürücü zarûret değil, ihtiyaçları) sebebiyle getirilmiş kolaylaştırıcı hükümleri göstermektedir. Burada ise aynı mahiyette olmakla beraber devamlı olmayan, bazı zaman ve yerlerde bulunan ve bulunduğu müddetçe ruhsatlara sebep olan ihtiyaçlar söz konusudur. Bu iki gurup örnekler “ihtiyaç umûmi olsun, husûsi olsun zarûret sayılır” kaidesinin “umûmi, genel ihtiyaçlar” kısmına aittir. Umûmi ihtiyaçların, amme menfaatinin, husûsi ihtiyaç ve menfaatlerden daha önemli, daha hayati olduğunda ittifak edilmiş ve daima amme menfaati, husûsi menfaate tercih edilmiştir. (Mecelle, md. 26).

Bu kısma giren bazı örnekler:

a) Raşid Halifeler devrinde Mescid’in genişletilmesine ihtiyaç hasıl olunca başlayan istimlak uygulaması Mecelle’nin 1216. maddesinde kanunlaşmış ve amme ihtiyacı gerekçesine bağlanmıştır. Kişilerin mülkiyetinde bulunan bir taşınmazı, bedeli verilse dahi zorla (bunu istemedikleri halde) almak caiz olmadığı halde amme ihtiyacı sebebiyle istimlak caiz görülmüştür.

b) Normal hallerde, yani devlet gelirlerinin giderleri karşıladığı durumlarda Müslümanların, zekattan başka bir ödeme yükümlülükleri yoktur. Amme ihtiyacı ve menfâati gerektirdiği halde devletin malvarlığı belli bir harcama için yeterli olmaması halinde, durumu müsait olan Müslümanlardan vergi alınmasının caiz olduğunda ittifak edilmiştir. Bu hüküm, İslâm’ın getirdiği kardeşlik ve sosyal dayanışma esasları yanında “amme menfâatine riayet, mefsedeti defetmenin menfâati korumadan önce gelmesi, çok zararı defetmek için az zararın göze alınması, umûma ait zararı defetmek için husûsi zararın yüklenilmesi” kaidelerine bağlanmıştır (Kardâvi, Fıkhu’z-zekât, s. 1073 vd.)

c) Hicri beşinci asırda Buhâra ve Belh bölgelerinde halk, muhtaç oldukları krediyi temin etmek için bir usul icat etmişlerdi. Buna göre ödünç para almak isteyen bir taşınmazını, parayı alacağı şahsa “bedeli geri ödediğinde taşınmazı da geri almak şartıyle” satıyordu. Alacaklı, borç ödeninceye kadar bu taşınmazdan istifade ediyor, borçlu da aldığı krediden faydalanıyordu. Sonunda bedel iade edilirse mal da geri alınıyordu. Bu asrın fukahâsından itibaren konu tartışıldı, bunu kimi fasid satım, kimileri şartı hükümsüz satım, yahut rehin kabul etmişlerdi. Sonunda Hanefîlerde fetvâya esas olan görüş bu muamelenin farklı ve yeni bir muamele olduğu ve halkın ihtiyacına binaen caiz bulunduğu şeklinde yerleşmiştir. Mecelle de (md. 398-402) bu görüşü kanunlaştırmıştır (Bak. H. Karaman, İslâm’a Göre Banka ve Sigorta, İst. 1981, s. 165-169).

d) Vefaen satım gibi yine amme ihtiyacı sebebiyle caiz görülmüş bir uygulama da Endülüs’te görülmektedir. Diğer bölgelerde olduğu gibi burada da geniş vakıf topraklar vardı. Bu topraklar kiraya verilerek gelir sağlanmak ve bu gelir belli yerlere sarfedilmek üzere vakfedilmişti. Ekilen topraklar bakım ve masraf gerektirdiği için, ağaç dikilen ve bina yapılan yerler de belli bir müddet sonunda kiracının elinden alınacağı için halk bu toprakları kiralamıyor, bundan vakıf ve toplum zarar görüyordu. Bu durumu tesbit eden, İbn Sirac, İbn Manzûr gibi fıkıh âlimleri dokuzuncu hicrî asrın sonlarında, bu toprakların süresiz olarak kiraya verilmesinin caiz olduğuna fetvâ verdiler. Toprağı süresiz kiraya vermek “fasid bir kira akdidir” ve bu akdi yapmak caiz değildir; ancak amme ihtiyaç ve menfâati bu akdi caiz hale getirmiştir. İbn Âşûr’un verdiği bilgiye göre onuncu asırda Mısır’da Nâsıruddin el-Lekâni buna benzer fetvâlar vermiş, yine benzer uygulamalar Fâs ve Tunus’ta son zamanlara kadar benimsenmiştir (el-Mekâsıd, s. 125-126).

(Konuya devam edeceğim).

#Zeynuddin İbn Nuceym
#Rüşvet
#Hanefî Mezhebi
#Müslüman