Beklentiler ve imkanlar (2)

04:0030/06/2019, Pazar
G: 30/06/2019, Pazar
Hayreddin Karaman

Önceki yazımda Türkiye ve dünyada cari durumu tasvir etmiştim; maksadım, beklentilerin imkanlarla dengeli olmasına dikkat çekmekti.Ak Parti iktidara geldiğinde ondan, hassas ve mağdur Müslümanların beklentileri o günün imkanları ölçüsünde oldukça mütevazı idi: Başörtüsü problemi, İmam Hatiplilerin katsayı mağduriyeti, seçmeli din (İslam) derslerinin uygulamaya konması… Bunlar kısa vadede halledildi, mağduriyetler engellendi. Askeri vesayet, yargının tarafgirliği ve sınırlarını aşması, YÖK’ün tahakkümü

mda Türkiye ve dünyada cari durumu tasvir etmiştim; maksadım, beklentilerin imkanlarla dengeli olmasına dikkat çekmekti.


Ak Parti iktidara geldiğinde ondan, hassas ve mağdur Müslümanların beklentileri o günün imkanları ölçüsünde oldukça mütevazı idi: Başörtüsü problemi, İmam Hatiplilerin katsayı mağduriyeti, seçmeli din (İslam) derslerinin uygulamaya konması… Bunlar kısa vadede halledildi, mağduriyetler engellendi. Askeri vesayet, yargının tarafgirliği ve sınırlarını aşması, YÖK’ün tahakkümü ve taraf tutması, uluslararası ilişkilerde ülkemizin sözü ve itibarının düşüklüğü gibi konulara ilişkin talepler ve beklentiler imkanların elvermesine bırakılmıştı ve elverdikçe bunlar da çözüldü. Ekonomi, sağlık, ulaşım, imar, milli savunma konularında umutların ötesinde mesafeler katedildi.

Süvari güçlü ve hızlı atıyla ufukları aşarken bundan rahatsız olan iç ve dış menfaat ve ideoloji grupları, fırsat buldukça süvariyi durdurmak için teşebbüslerde bulundular. 7 Şubat 2012 Hakan Fidan olayı, 17-25 Aralık 2013 yargı darbesi, 15 Temmuz 2016 askeri darbe içten ve dıştan elbirliğiyle kotarılmış durdurma teşebbüslerinin göze çarpanlarıdır. Arap Baharı olayları ve bu cümleden olarak 2011’de patlak veren Suriye iç savaşı da Türkiye’yi yakından ilgilendiren baş ağrıları arasında yer aldı.

Erdoğan Türkiye’yi birinci lige çıkarmak istiyordu ve İslam dünyası da perişanlığına çare olarak böyle (halkı Müslüman ve geçmişi şanlı ve tecrübeli) bir İslam ülkesine muhtaç idi. Bir zamanlar üç kıtada hakim olmuş, sonra bu üç kıt‘anın elbirliği ve içerden satın aldıkları veya aldattıkları kimselerin yardımı ile mezara gömülen bir milletin çocuklarının yeniden dirilip şanlı mazilerinde olduğu gibi şerefli bir hedef/dava peşinde koşmaya başlaması düşmanlarının asla kabul edemeyecekleri bir gelişme olurdu. İşte bu yüzden onu durdurmak için bir kısmına işaret ettiğim hadiselere vücut verildi. Ekonomik ambargolar, yer altı zenginliklerinden istifademize karşı çıkışlar, zorunlu savunma sistemi edinmemizi engelleme çabaları da güncel engeller arasında yer aldı.

Her şeye rağmen pek çok alanda çok iş başaran bir iktidarda yıllar geçtikçe bazı arızalar baş gösterdi. Son seçimde yaşanan kaybın arkasından dost ve düşman kalemler sebep-sonuç ilişkisi üzerine birçok yazılar kaleme aldılar, konuşmalar yaptılar. Yazıların birçoğunda sebeplerin etki sıralaması ile sorumlusunun tayini hakkında önemli eksikler, sakatlıklar ve –bir kısmında- kötü maksatlar var.

Cumhurbaşkanımızın yetkisini kullanarak ve imkanların elverdiği ölçüde bir iç ıslahat hareketine girişmesinde zaruret var. Nereden başlanacağı ve nereye kadar varacağı konusunda da samimi ve dost tabanı dinlemek, işareti oradan almak gerekiyor.

Bu böyle olmakla beraber üç noktaya dikkat çekmeyi gerekli görüyorum:

1. Bazı çevreler sanki bu ülke bir şeriat ülkesi, başında da Hz. Ömer varmış gibi beklentiler içine giriyor, bu beklentileri gerçekleşmediği için muhalefeti gölgede bırakacak ölçüde “yıkıcı” tenkitler yapıyorlar. Bu dostlara, bir önceki yazımı bir daha okumalarını tavsiye ediyorum.

2. Seksen milyonluk bir koca ülke milyonlarca görevli ile yönetiliyor. Bu milyonlarca görevli de gökten inmiyor, onlar bu halkın insanları. Şimdi genel ahlaka ve farklı dünya görüşlerine bölünmüş halka bir bakalım, bunca ahlak zaafları ve ideolojik/menfaat mücadelesi içinde tamamı sütten çıkmış kaşık misali temiz insanı nereden, nasıl bulacak, iş başına getirecek ve orada bozulmadan tutacaksınız!

3. Ey İslamlaşmayı dava edindiğini söyleyen, sanan, bunda samimi de olan Müslümanlar!

Uğradığımız sonuç ile din ve ahlak konusundaki eksiklerimizin sebeplerini araştırırken kendimize niçin bakmıyoruz?!

Mevcut ülke ve dünya düzeninde iktidarlardan bekleyeceğimiz şey “gölge etmemesi, sivil İslamlaşma hareketine mani olmaması, imkanların elverdiği ölçüde bizim faaliyetlerimize yardımcı olmasıdır”. Faaliyetin ağırlığı ve sorumluluğu ise bizim üzerimizdedir.

Şimdi soruyorum:

Sözde İslamcı Müslümanlar olarak kaç bölüğe (fırkaya, gruba) ayrıldık, bu gruplar arasındaki ilişki rekabet ve mücadele mi, yoksa aynı amaca yönelik birlik, kardeşlik ve dayanışma mı? Peki bunun sorumlusu Erdoğan mı?

En geniş müsamaha (hudud) içinde insanımızı İslam’ın içinde tutan ve onlara anlayış, şefkat, sevgi ile yaklaşan, öncelikleri ve tercihleri, üzerinde ittifak edilmiş din kaidelerine göre uygulayan bir İslam anlayışında niçin birleşmiyoruz? Bunun sorumlusu Erdoğan mı?

İktidardan nasiplenen ehl-i kıblenin bir kısmı ahlak, liyakat, hak, hukuk ve adalet tanımıyorsa, bir Müslüman şöyle dursun vicdanı olan bir insana yakışmayan davranışlar, fiiller, tasarruflar içine giriyorsa bunlara “Böyle olun” diye Erdoğan mı emir veriyor?

Medreseler açık, tarikatlar faal, Diyanet oldukça serbest, İmam Hatip Okulları ve İlahiyat Fakülteleri, geçmişte rüyalarında göremeyecekleri imkanlara sahipler; peki bunlara rağmen halkımızda iman, ibadet, ahlak, edeb, şuur… noksanları varsa bunun sorumlusu Erdoğan mı?

Bu milletin bir kısım çocukları üzerimizden geçen inkılap silindirinde ezilmişler, değişmişler, öz değerlerine yabancılaşmışlar; onları düşman belleyip savaş açmak yerine, sulha meyilli olanlara el uzatmak, gönül bağı kurmak, bir olmak, hep birlikte Türkiye ve hep birlikte ümmet olma yolunda ilerlemek en uygun yol iken bu becerilememişse kusur Erdoğan’da mı?

Bu soruları daha da çoğaltmak mümkün, ama bu kadarla yetinip “Arkadaşlar, aynaya bakalım” diyerek yazıyı noktalıyorum.

#AK Parti
#Beklenti
#Recep Tayyip Erdoğan
#İmkan