Oruç ve zekât konusunda iki soru

04:009/05/2021, Pazar
G: 9/05/2021, Pazar
Hayreddin Karaman

SORUSahur gecelerinde cinsellik müsaadesi Ömer ve birkaç sahabenin itirazı sonrası Allah tarafından verilmiş. Doğru mudur? Mantıklı açıklaması var mıdır?CEVAPKonu, Bakara suresinin 187. âyetinde açıklanıyor. Muhtemelen Yahudilerin ve Hristiyanların âdetlerinden etkilenen bazı sahâbîler Ramazan gecelerinde cinsel ilişkinin câiz olmadığını zannediyorladı. Ayrıca sahurun da uykudan önce yeneceğini, yatsı kılınıp uykuya yattıktan sonra uyanıp sahurluk diye bir şey yenilemeyeceğini sananlar vardı. Bu

SORU

Sahur gecelerinde cinsellik müsaadesi Ömer ve birkaç sahabenin itirazı sonrası Allah tarafından verilmiş. Doğru mudur? Mantıklı açıklaması var mıdır?

CEVAP

Konu, Bakara suresinin 187. âyetinde açıklanıyor. Muhtemelen Yahudilerin ve Hristiyanların âdetlerinden etkilenen bazı sahâbîler Ramazan gecelerinde cinsel ilişkinin câiz olmadığını zannediyorladı. Ayrıca sahurun da uykudan önce yeneceğini, yatsı kılınıp uykuya yattıktan sonra uyanıp sahurluk diye bir şey yenilemeyeceğini sananlar vardı. Bu yüzden bazıları sıkıntıya düşüyor, sahura kalkmadıkları için gündüz açlıktan bayılıyorlar; gece cinsel ilişkiyi yasak sananlar dayanamayıp eşleriyle birleşiyorlar ve bazılar bunu gizliyorlardı. Hadis kitaplarında ve tefsirlerde bu olaylarla ilgili birçok örnek vardır (meselâ bk. Buhârî, “Tefsîr”, 2/27; Taberî, II, 163-167; Kurtubî, II, 314-315). İslâm’a mahsus oruç ibadetinin farz kılınmasını takip eden günlerde bu gibi olaylar ve yanlış anlamalar ortaya çıkınca sınırları belirleme ihtiyacı doğdu ve bu âyet gönderildi. Âyete göre oruç gece bitince başlayacak ve ertesi gecenin başlamasına kadar sürecektir; yani oruç ibadeti gündüze mahsustur, gece bu ibadetin vakti değildir. Güneşin batmasıyla başlayan gece boyunca yemek, içmek, cinsi temas vb. bütün mubah (günah olmayan) şeyler serbesttir.

Birçok konuda Kur’ân-ı Kerim’in öğretme usulü böyledir; önce temel hüküm-kural-talimat bildirilir, sonra ihtiyaca göre detaylar açıklanır. Bu ihtiyacı Hz. Ömer veya bir başkasının Peygamberimiz’e iletmesi şart olmamakla beraber olayı yaşayarak öğrenmenin daha etkili olacağı hikmetine binaen böyle de olmuştur.

SORU

İki yıl önce madeni yağ alım satım yapan, piyasada yıllardır bu işle meşgul olan, çocukluktan tanıdığım bir arkadaşım yanıma gelip paran varsa belli miktarda malzeme var bunu alalım satalım kazancı bölüşelim diye teklifte bulundu. Ben ve ortağım olabilir düşüncesiyle belirli aralıklarda kısım kısım toplamda 250 bin TL civarında para verdik. Bir defa 10 bin TL dönüş yaptı, bir de 80 bin TL bir başkasının çekini getirdi. Ondan sonra bu arkadaşımız ortadan kayboldu. Çekin günü geldiğinde çek de karşılıksız çıktı, yani bu arkadaşta 240 bin tl civarında paramız gitti. Biz ailesini, abilerini vs tanıdığımız halde onların yanına gitmedik, parayı da onlardan talep etmedik. Bir müddet sonra abisi beni aradı, gittim durumu anlattı. Meğer küçük bir borcu varken borcumu kapatabilirim düşüncesiyle bizim gibi çevresinde arkadaşlarından, akrabalarından bu şekilde para almış. Ondan aldığını diğerine, diğerinden aldığını öbürüne kâr diye. Arada yüklü kâr alan kişiler olmuş, vermiş toparlayamayana kadar. Bizim gibilerin parasını veremeyince kaçmış. Abisi ağlayarak ailece tüm kardeşlerin perişan olduğunu anlattı. “Az bir kısım malımız var, bunları paraya çevirebilirsek ödeyebileceğimiz kadarını öderiz” dedi. Biz iki yıldır hiçbir şekilde bunları arayıp paramızı talep etmedik, bekledik. Duyduğumuz kadarıyla zorbalık yapan, kendilerini sıkıştıran kişilere bir kısım ödeme yapmışlar başka da kimseye ödeme yapamamışlar.

Abisi bizi çağırdığında konuşmamızda zekât lafı da geçti, ama bizden talep etmedi, biz de geçen yılki zekâtımızdan da vermedik ve borcundan düşmedik.

Şimdi hocam, benim ve ortağımın yıllık yaklaşık malımızı hesap ettiğimizde ödememiz gereken zekât, bu yıl ortalama 30 bin civarında. Abisine veya bu arkadaşımıza söyleyerek zekâtımızın bir kısmını veya tamamını borcundan düşmemiz uygun olur mu?

Şimdiden Allah razı olsun!

CEVAP

Siz bu parayı o kişiye ödünç vermediniz, sermaye sizden veya sermaye de ortak olarak işletme o kişiden olmak üzere bir ortaklık kurdunuz. Sizin iddianıza göre ortağınız hain çıktı, emanete riayet etmedi ve zarar ettiniz. Bu zarar ortağınızın basiretli bir tacir gibi hareket ettiği halde durum ve şartların olumsuzluğu yüzünden hâsıl olmadı, onun hıyanetinden oluştu; böyle ise zararı tazmin etmesi gerekir; ama buna mahkeme veya işten anlayan Müslüman hakem heyeti, iki tarafı dinleyerek karar verecek. Mahkeme veya hakem heyeti kararı ile size tazminat borçlusu olunca eğer borçlu zekât alacak durumda yoksul ise ona zekât verilebilir. Ama Hanefîler dâhil, mezheplerin çoğuna göre bunu başkaları (yani ondan alacağı olmayanlar) yapabilir, alacağı olanlar bunu düşürüp düşen miktarı zekâttan mahsup edemezler. Bu hükmün iki dayanağı- gerekçesi vardır:

1. Başta borçluya bu para verilirken zekât niyetiyle verilmemiştir.

2. Bu işlemde alacaklı olan alacağını tahsil etmiş, malının eksilmesini engellemiş olmaktadır.

3. Zekât, almayı hak edene zekât niyetiyle vermek ve onun da alması şeklinde ödenir; bu işlemde böyle bir verme-alma yoktur.

4. Zekât, ödeyenin mülkiyetinde olan maldan ödenir, alacak onun mülkiyetinde değildir.

Cumhur böyle diyor.

Ancak bazı müçtehitler, borcunu ödeyemeyecek durumda olan borçludan, alacaklısı, bunu düşürerek zekâta mahsup etmesinin caiz olduğunu söylüyorlar. Hasenu’l-Basrî ve Atâ bunlardandır.

Sorularla İslâmiyet
sitesinde mahsubun caiz olduğu görüşü tercih edilmiş ve şu açıklama yapılmıştır:

“…temliki dar manada anlamadan doğan bu uygulama (borçluya zekât verip hemen arkasından borcunu ödemesini sağlama vb. dolambaçlı yollar) borçluyu rencide edebileceğinden dolayı, İslâmî Araştırmalar’ın (İlmihali)’nde ve Diyanet’in diğer görüşlerini yansıtan tespitlerinde verilen bilgilere göre, borçluya, “Sendeki alacağımı zekâta saydım, kendini borçlu hissetme, artık rahat ol! Borcun silinmiştir...” demek de zekâtı vermiş olmak için yeterli bir ifade olarak kabul edilebilir. Para verip geri isteme gibi rencide edici temlik zorlamasına gerek yoktur. Temlîki böyle geniş manada anlamak ihtiyaç sahiplerinin lehine olduğundan tercih edilen görüş olmalıdır, denmektedir. Bu görüşün ihtiyaç sahibi borçluları rahatlattığına dikkat çekilmekte, böylece alacağı zekâta saymanın kolaylaştığı da ifade edilmektedir.”

Borçlu zekât alabilecek ölçüde muhtaç ve fakir ise bu tercihten yararlanılabilir.

#Sahur
#Ramazan
#Hadis
#Buhârî
#Tefsîr