Sırf sünnet kılmamak için mezhep değiştirenler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Muhtemelen bazı mezheplerde kazası olanların sünnet kılmadıkları için olabilir mi bilemiyorum ama sünnet kılmamak için mezhep değiştirenler var, bu konuda ne düşünürsünüz, nasıl bir değerlendirme yapmak uygun olur?
Keyfi olarak, daha rahat yaşamak için mezhep değiştirmenin sakıncası var mı? Tavsiyeniz nedir?
Farz ve vacip namazları mazeretsiz geçirmiş olan kimse sünnet kılmamak için mesela Şâfiî mezhebini taklit etmeye (bu konuda o mezhebe geçmeye) karar verse bu, onun “rahat yaşamasını” sağlamaz; çünkü zaruri olan meşguliyetleri dışında devamlı kaza kılacaktır. Kazayı daha fazla geciktirmemek için zaruri olmayan işler dışında sünnet kılmakla bile meşgul olmayacak, gece gündüz devamlı kaza kılarak borcunu ödeyecektir.
Mesela Hanefî mezhebine göre ise zaten kazası olanın da sünnet kılmasına mani yoktur.
Ayrıca, “ibadetten kaçmak, sünnet kılmamak, daha rahat yaşamak için mezhep değiştirmek” ifadesi, bir kulun düşünce ve niyeti ile bağdaşmaz, ona yakışmaz.
“Mezhep değiştirmek” ifadesi de uygun değildir. Âlim olmayanlar, bir bilene sorarak (bu mânâda bir mezhepten bilgi/fetva alarak) dini hayatlarını yaşarlar. Bir mezhebin belli bir konuda veya genellikle içtihatları, bir müminin özel şartları bakımından sıkıntıya sebep oluyorsa ve başka bir mezhepte bu sıkıntı yok ise o mezhebin içtihadını/fetvasını uygular. Bu, mezhep değiştirmek değildir; çünkü genellikle bilgi aldığı mezhebi terk etmiyor, gerektiğinde veya genellikle ona göre amel etmeye devam ediyor.
Şimdi sünnet kılmamak için mezhep değiştirme konusunu genişçe açıklayalım:
Namaz İslâm’ın en önemli emirlerinden birisidir. Bu ibâdet, dînin beş direğinden birini teşkil etmiş, onu kılan İslâm binasını yapmış, terk eden ise yıkmış olarak tavsif edilmiştir. Şüphesiz namazı terk etmek, geciktirmeyi caiz kılan bir mâzeret bulunmadığı halde zamanını geçirmek en büyük dinî suç ve cinayetlerden biridir. Her ne şekilde olursa olsun namazını vaktinde kılamayan, kazâya bırakan mükellefin, fırsat bulur bulmaz yapacağı ilk iş namazını kazâ etmektir. Mâzeretsiz geçirilen namazı kazâ etmek de mükellefi tam mânâsıyla mesuliyetten kurtarmaz; kazâ elden gelen telâfi yollarından biridir. Bir başka yol, bir daha geçirmemeye azmetmek, vâki geciktirmeden dolayı Allah Teâlâ’dan af dilemek, bağışlanmak için yalvarmaktır. İslâm ulemâsı namazı kazâya kalmış bir kimsenin ilk fırsatta kazâ etmesinin farz olduğunda ittifaka yakın bir görüş birliğine vardıktan sonra hangi mâzeretlerle -çok kısa bir müddet için de olsa- kazâyı tehir etmesi caiz olabileceği meselesi üzerinde durmuşlar, bunları “kendisi ve ailesi için yeterli rızık temini için çalışmak, aslî ihtiyaçlarını temin ile meşgul bulunmak” ile sınırlamışlardır. Yâni namazı kazâya kalmış bir mükellef, kendisi ve âilesinin hayatî ihtiyaçlarını temin eder etmez geride kalan vaktinin ilk bölümünde geçmiş namazını kazâ edecektir. İşte bu noktada önümüze bir mesele daha gelmektedir: Günlük namazlarını ne yapacaktır?
Unutma, uyku gibi şuur dışı haller istisna edilirse Müslümanın bilerek namazını geçirmesini mubah kılan bir mâzereti yoktur; hastalık, bilfiil savaş hali gibi fevkalâde haller bile namazı geçirmeye mâzeret olamaz; ancak bazı hafifletici ruhsatlara sebep teşkil eder. Şu halde üzerinde kazâ namazı olan mükellef öncelikle günlük namazlarını kılacak, sonra sıra kazâ namazlarına gelecektir. Ancak günlük namazlarının yalnız farz ve vâcip olanlarını kılarak, sünnetleri kılacağı zaman içinde kazâyı kılması gerekir mi, gerekmez mi mevzûu münâkaşa edilmiştir. Bu münâkaşada ince ve önemli bir noktayı belirtmekte fayda vardır: Namazları kazâya bırakmış bir kimseye prim olarak bir de sünnetleri kılmama imtiyazı tanınmış değildir; kazâ namazını, sünnet kılacak kadar bir vakit daha tehir etmenin caiz olup olmadığı tartışılmıştır; yâni namazı kazâya bırakmak öyle bir cinayettir ki, bunu kısmen telâfi edecek olan kazâyı, sünnet kılacağım diye bir miktar daha tehir etmenin caiz olup olmadığı müçtehitleri düşündürmüştür!
Görüldüğü üzere dört mezhepten üçüne göre, üzerinde kazâ namazı bulunan kimselerin sünnet kılmaları caiz olup, Hanefîlere göre üstelik efdaldir; yânî daha iyi ve faziletli bir davranıştır, kılınmalıdır. Yalnız Şâfiîler kazası olanın sünnet ve nâfile kılmasını caiz görmemiş, kazânın böyle bir ibâdetle bile geciktirilmesini uygun bulmamışlardır.
Namazları mazeretsiz olarak kazâya kalmış mükellef, beş vakit namazını -imkân ölçüsünden sünnetleriyle beraber- kılacak, bundan sonra zarûrî ihtiyaçlarını temin ile meşgul olacak, bunları temin edince ilk fırsatta kazâya kalmış namazlarını kılmaya başlayacaktır. Bir namazım kazâya kaldı diye Peygamberimiz (s.a.) tarafından tatbik ve tavsiye edilen sünnetleri de terk etmek, işlediği suçtan dolayı özür dilemesi gereken kimsenin bunun yerine tekrar suç işlemesine, kusur etmesine benzer. Zaruri meşguliyet dışında her şeyi yapıp, hatta vakit israf edip de sıra sünnet kılmaya gelince “kaza borcum var, kılmam caiz değil” demek fukahayı yanlış anlamaktır. Kaza borcu var iken sünnet bile kılmayı caiz görmeyen fakih, namazları kaza edecek yerde zaruri olmayan şeylerle meşgul olmayı caiz görür mü?!
Elbette görmez.
Hâsılı yukarıda açıklandığı üzere sünneti de kılacak, geçmiş namazlarını da vakit geçirmeden kaza edecektir.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.