Kur’ân san’at ve güzellik

04:0017/12/2023, Pazar
G: 17/12/2023, Pazar
Hayreddin Karaman

“Kur’ân, San’at ve Güzellik” başlığını hem İlahî Kitabın söz ve muhteva güzelliğini, hem de bu güzel Kitab’a göre güzellik kavramını ifade etmek üzere kullanıyoruz. İnsanlığın hem Yaratıcı ile hem de yaratılmışlar ile ilgili meçhullerinin önemli bir kısmını açıklamak üzere vahyedilmiş olan bir kitapta, bu ilgi çekici muhtevası ile yetinilip düz, san’atsız ve didaktik bir söylem seçilebilirdi. Hâlbuki Kur’ân’ı vahyeden Allah Teâlâ, hayat ve mutluluk bahşeden muhtevayı eşsiz bir üslup içinde sunmuş,

“Kur’ân, San’at ve Güzellik” başlığını hem İlahî Kitabın söz ve muhteva güzelliğini, hem de bu güzel Kitab’a göre güzellik kavramını ifade etmek üzere kullanıyoruz.

İnsanlığın hem Yaratıcı ile hem de yaratılmışlar ile ilgili meçhullerinin önemli bir kısmını açıklamak üzere vahyedilmiş olan bir kitapta, bu ilgi çekici muhtevası ile yetinilip düz, san’atsız ve didaktik bir söylem seçilebilirdi. Hâlbuki Kur’ân’ı vahyeden Allah Teâlâ, hayat ve mutluluk bahşeden muhtevayı eşsiz bir üslup içinde sunmuş, muhataplarını, kutunun içinden önce dışının güzelliği karşısında hayran bırakmıştır. Anlatıldığına göre daha önce dillere destan olan ve Kâbe duvarına asıldıkları rivayet edilen yedi meşhur şiir bile tahtından düşmüş, edebî güzelliğin tahtına Kur’ân oturmuştur.

Kur’ân bu eşsiz güzellikteki üslubunu muhatapların takdir ve sübjektif değerlendirmelerine de bırakmamış, meydan okuyarak “benzeri bir kitap, bir sure, on ayet, hadi olmadı bir ayet getirin” demiş, getiremeyeceklerini peşinen ilan etmiş, bunu deneyenler de aczlerini itiraf eylemişlerdir. İşte Kur’ân’ın bu “âciz bırakan” özelliğine “i’câzu’l-Kur’ân” denilmektedir. Şüphesiz bu eşsiz, benzersiz, taklit edilemez ve aşılamaz güzelliğin tamamı dışa; söze ve şekle ait değildir.

Burada muhteva güzelliğinin, gerçekliğinin ve mükemmelliğinin de büyük payı vardır ancak Kur’ân nazmındaki dış güzellik, Arapça bilmediği halde Kur’ân’ı okuyan ve dinleyenlerin bile fark edebilecekleri bir açıklıkta ve çarpıcılıkta tecelli etmektedir; cümlelerin kuruluşu, kelimelerin seçilişi, çeşitli söz sanatlarının kullanılışı, söz dizisinin yansıttığı musiki bu güzel Kitab’ın albenisini teşkil etmektedir.

Bu özelliklerin muhataplara telkin ettiği güzellik duygusu, Kur’ân’ın yazılmasında, okunmasında ve mushafların kağıt ve cilt şekillerinde bile dışa vurmuş, Müslüman san’atının en seçkin örneklerini oluşturmuştur. Kur’ân-ı Kerim’de estetik çerçeveye giren güzellikle ilgili olarak şu kelimeler kullanılmıştır: “Bedî’, cemal, ihsan (ahsene), hüsn, hüsnâ, zinet, rîş”.

“Bedî‘” “eşsiz, benzersiz, örneksiz, modelsiz yaratan Allah’ın isim/sıfatıdır, gökler ve yer O’nun bu sıfatının tecelligâhı, adeta uçsuz bucaksız bir ilahi san’at galerisidir.

“Cemal” binek hayvanlarında ve özellikle atta görülür.

“İhsan ve hüsn” mânâsında güzellik, Yüce Yaratıcı’nın bütün yarattıklarında, onlara verdiği şekil, kabiliyet, renk (sıbğa) ve sıfatlarda; özellikle insanda, onun suret ve siretinde, zâhir ve bâtınında, müstesna yapısında kendini göstermektedir. Aynı kökten gelen “hüsnâ” da Allah’ın isimlerinin ve kullarını mükâfatlandırmak üzere hazırladığı cennetinin sıfatıdır.

“Zînet” kelimesiyle ifade edilen güzellik göğü süsleyen yıldızlarda, süs eşyasında, binek olarak kullanılan hayvanlarda, kadın ve erkek elbisesinde, kadınların takıları (rîş) ile vücutlarının belli noktalarında, genellikle insanları dünyaya bağlayan ve oyalayan maddi güzelliklerde yerini bulmaktadır.

Bütün bu güzelliklerin ya Allah’a ait olduğu yahut da Allah tarafından yaratılarak kullarına sunulduğu ısrarla vurgulanmış, insanların eseri olan estetik güzelliğe hemen hiçbir atıfta bulunulmamıştır. Bu tutum, İslâm san’atını ve Müslüman san’atkârları etkilemiş olmalıdır ki, onlar hiçbir zaman yaratıcılıktan bahsetmemiş, yaratmaya özenmemiş, ilâhî san’atı taklide veya tahrife cür’et etmemişlerdir. Bütün yaptıkları öncelikle ilahi san’atın temaşasından yüce Sâni’e (san’atla yaratana, güzel yaratana) ulaşmaya, O’nun yücelik, kemâl ve cemâlini idrak etmeye çalışmak, sonra da O’nun güzeli sevdiğinden hareketle yaptıklarında bunu (O’na layık olanı, kuluna yakışanı) ortaya koymaya gayret etmek olmuştur.

Müslümanların estetik duygularını da bir ölçüde tatmin eden güzellik arayışı ve yaşayışı daha ziyade ruhta, mânâda ve ahlâkta olmuştur; çünkü İlahî Kitap, güzelliği ifade eden hüsn, ihsan, cemil gibi kelimeleri, maddî ve estetik güzelden ziyade manevi ve ahlâkî güzel için kullanmıştır. Mutlak kâmil ve mutlak güzel Allah’tır. Mekândan ve maddeden münezzeh olan Allah’ın kemâl ve cemâlinin en kâmil mânâda tecelli ettiği, kendisinde gerçekleştiği (Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanan) kul, Muhammed Mustafa (s.a.) olmuştur. O’nun suretini değil de ahlâk ve siretini yaşamak, onunla bütünleşmek (O’nda fânî olmak) ise müminlerin en yüce amaçlarını oluşturmuştur. Bu mânâda güzel, sünnettir (Hz. Peygamber’in ahlakı ve kişiliğidir), ona en fazla yaklaşan, mutlak kemâle ve cemâle de en fazla yaklaşandır.

Şairin “Manada güzel, ruhta güzel, tende güzelsin” derken tasnif ettiği güzelliklerden “mânâya ve ruha” ait olanlar, güzeli arayan Müslümanları daha ziyade cezb ve meşgul etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.) kadınını, güzel koku ve helal lokmayı sevdiğini söylemiş, fakat ruhunun tatminini namazda bulduğunu ilave etmiştir. Kadın zenginlik ve güzelliği sebebiyle de seçilir ama seçimde öncelik onun ruh, ahlâk ve mânâdaki güzelliğine verilmelidir...

“Ey sevgili sen elde değil, bende güzelsin”, “Güzelliğin on para etmez şu bendeki aşk olmasa” gibi mısraların dile getirdiği “güzellikte izafiyet (görecelik)” onu temaşa eden ve yaşayan açısından kabil-i ihmal olmasa gerektir. Zatı itibariyle göreceli değil, mutlak güzel olan Allah, ona inanmayanlara göre yoktur, mazharı olduğu kemal ve cemal tecellisi bakımından eşsiz olan Allah Sevgilisini (s.a.) ona inanmayan bir kısım insanlar düşman bilmişler, hayatına kastetmişlerdir. Gökte, yerde ve insanda kendini arzeden ilahi san’at (güzellikler) bazılarının ilgisini çekmezken Allah’ın ve Resulü’nün çirkin bulduklarına da bayılanlar vardır. Bu görece güzellik kavramı, kültür ve medeniyetler arası san’at farklarına da temel teşkil etse gerektir.

Kur’ân’a göre güzel elbiseler insanlara gösteriş yapmak ve büyüklük taslamak için değil, ilahî huzura çıkmaya bir dış hazırlık ve huzur saygısına bir alamet olsun diye giyilmelidir. Heykel de güzel olabilir ama ona tapıldığı veya yaratmada Allah ile yarış tutulduğu zaman –bir başka ölçeğe göre– çirkinleşir. Kadının ve erkeğin de güzel yerleri (zineti) vardır, ama bu güzellik teşhir için değil, eş olan karşı cinse arz içindir; başkalarına arz ve teşhir edildiği zaman –bir tablonun işportaya düşmüş kopyası gibi– bayağılaşır.

Hâsılı Kur’ân güzeldir, Kur’ân’da güzelliğe ilgi ve atıf vardır, ancak bu güzeller bir başka güzeldir ve bir kısmı evrensel, birçoğu İslâm’a özeldir, Müslümanın estetik duygusuna dokunmaktadır.

(25 yıl önce yazmıştım, çok az müdahale ile bir daha takdim edeyim dedim).

#Kur'ân-ı Kerîm
#sanat
#güzellik