Hakikat ve “İslâm’a göre” ne demek?

04:0013/08/2023, Pazar
G: 13/08/2023, Pazar
Hayreddin Karaman

Müslümanlar inanç, düşünce ve davranışlarını İslâm’ın taleplerine (ahkâm, ahlâk ve âdâbına) uygun düşürmek mecburiyetindedirler. İman etmeden önce hürriyet içinde (hiçbir mecburiyet söz konusu olmaksızın) düşünürler, iman ve inkârın delillerini karşılaştırırlar (bunu herkes kendi akıl ve bilgi seviyesine göre yapar); sonunda imana karar verir, imanda karar kılarlarsa artık inanç, düşünce ve davranış parçalarının tutarlı bir bütün oluşturması zarureti vardır. Bu sebeple Müslümanlar düşünce ve davranışlarını

Müslümanlar inanç, düşünce ve davranışlarını İslâm’ın taleplerine (ahkâm, ahlâk ve âdâbına) uygun düşürmek mecburiyetindedirler. İman etmeden önce hürriyet içinde (hiçbir mecburiyet söz konusu olmaksızın) düşünürler, iman ve inkârın delillerini karşılaştırırlar (bunu herkes kendi akıl ve bilgi seviyesine göre yapar); sonunda imana karar verir, imanda karar kılarlarsa artık inanç, düşünce ve davranış parçalarının tutarlı bir bütün oluşturması zarureti vardır. Bu sebeple Müslümanlar düşünce ve davranışlarını İslâmî hakikat ve meşrûiyyet ölçütüne vurur, buradan icazet aldıktan sonra yollarına devam ederler.

Yükümlülerin bilgi seviyelerine uygun olarak “İslâm’a göre meşrû olma hükmünün” farklı kaynakları vardır. İslâm müctehidlerinin kaynağı Kur’an-ı Kerîm ve Sünnet’tir; diğer çözüm yolları da bu iki kaynağa racidir ve oradan ilham alır, ışık alırlar.

Fıkıh Usulü’nde “mukallid” denilen “İslâmî bilgisi ve eğitimi zayıf” kimseler ise meşrû hükmünü, bir müctehidin fetvasına, açıklamasına dayanarak, onu öğrenerek, paylaşarak elde ederler. Gerek ictihad ve gerekse taklid yoluyla elde edilen bilginin, hükmün kesin olmadığı, isabetsizlik ihtimalinin bulunduğu, galip zanna dayandığı genellikle kabul edilmiş, din de amelî hayatın böyle bir hükme dayandırılmasına izin vermiştir (itikad kesin bilgi ve hükme dayanacaktır). İmam Şafi’î, “ayet ve hadisin mânâ ve hükmü üzerinde ittifak hasıl olmuş ise bununla hükmettiğimizde ‘hem zahirde, hem bâtında hak ile hükmettik’ deriz, hükmün dayanağı böyle değil ise ‘zahirde hak ile hükmettik’ deriz” açıklamasını getirerek bu farka işaret etmiştir.

Meşruiyeti “hem şekil, hem amaç yönünden meşrû” ve “yalnızca şekil yönünden meşrû” olmak üzere ikiye ayırmak gerekir. Asıl “İslâm’a göre” oluş, düşünce, inanç ve davranışın hem şekil, hem de ruh, mânâ, amaç yönlerinden İslâm’a uygun olmasıyla gerçekleşir. Bu meşrûiyyeti yakalamanın yolu ise kirlenmemiş (başka felsefe ve dünya görüşleri ile şartlanmamış) bir akıl ve halis niyet ile İslâm’ın temel kaynaklarına yaklaşmak, Allah rızasını her rızanın önünde ve üstünde tutmaktır; başka bir deyişle dinin semasına biri doğru bilgi, diğeri üstün ahlâktan oluşan iki kanatla yükselmektir. İctihad ehliyeti ve ihlas ahlâkının yaygın olduğu devirlerden sonra Müslümanlarda “yalnızca şekilde meşrûiyyet, işi kitabına uygun düşürme, şer’î hilelerin” peşine düşme fitnesi başlamıştır.

Çağların dayattığı anlayış, ilişki ve işlemleri, İslâm’ın ruhuna ve amacına aykırı da olsa, şekil yönünden âyet ve hadislerin veya verilmiş fetvaların çerçevesine sokmakla yetindiler; bunun için dolambaçlı yollardan yürüdüler, olmadık te’villerde bulundular. İslâm’ın getirdiği ferdî ve ictimaî ahlâka, cemiyet düzenine aykırı düzen ve düzenlemeleri, sistemleri, âyetlerin ve hadislerin boyunlarını bükerek, kendi amaçlarına uygun okuyarak “İslâm’a göre meşrû” kalıbına veya kıyafetine soktular. Zemzem kabına da konsa rakının rakı olduğunu, alış-veriş kıyafetine de sokulsa faizin faiz olduğunu düşünmediler... Bu gidiş sonunda dışı ve adı İslâm, içi ve tadı gayr-i İslâm olan bir u’cûbe ortaya çıktı.

Şimdi birçok Müslüman, ticaretinde, yatırımında, beşerî ve sosyal ilişkilerinde, dünyadan nasiplenişinde tıpkı Batılılar gibi, ötekiler gibi yaşamakta, onlar gibi duyup düşünmekte, fakat kıyafeti, haccı, namazı, faizi ve meşrû olmayan kazancı Besmele çekerek yemesi bakımından; yani böylece dış görünüş ve şekil yönünden (bunlara bakılarak ve bunlar yeterli görülerek) Müslüman sayılmaktadır.

Rakıyı zemzem kadehine koyarak içmek (mesela faizi te’vil ederek, yahut araya ciddi olmayan bir satım işlemi sokarak yemek) caiz olmadığı gibi, zemzemi rakı kadehine koyup içmek de caiz değildir, ancak birincisi ikincisinden daha kötüdür ve dayanağı da şekil bakımından meşrûiyyettir; ruhu, mânâyı, amacı göz ardı etmektir.

Haramı, usul ve maksada uygun olmayan te’villerle meşrû sayarak yemek ve kullanmak yerine, eğer fert veya cemiyet buna mecbur hale gelmiş ise “zarûret” kuralını devreye sokmak evlâdır; çünkü zarûrete dayalı hüküm, fetva ve uygulamalar geçicidir, zarûret dışı meşrû saymak ise geçici değildir, aldatıcı ve saptırıcıdır.

#İslam
#Din
#Aktüel
#Hayrettin Karaman