Tecdide duyulan ihtiyaç ve Âlimler Birliği

04:0012/01/2020, Pazar
G: 12/01/2020, Pazar
Faruk Beşer

İslam dini içindeTecdiddiye bir kavramımız vardır, yenileme demek. Yenileme ama eskidiği için tamir edip düzeltme, şeklini değiştirme, çağa uydurma, yani reforme etme değil, aslını, ilk halini yeniden ortaya koyma demek. Küllenmiş ya da paslanmış bir şey düşünün, bu hal o şeyin ilk görüntüsünü örter, hatta çirkin gösterir. İşte onu ilk halinde gösterme.İslam’ın üzerine arız olan küller ya da paslar, yabancı düşünceler, yanlış kişisel kanaatler ve yerleşmiş uygulamalar olabilir.Bunların bir kısmını

İslam dini içinde
Tecdid
diye bir kavramımız vardır, yenileme demek. Yenileme ama eskidiği için tamir edip düzeltme, şeklini değiştirme, çağa uydurma, yani reforme etme değil, aslını, ilk halini yeniden ortaya koyma demek. Küllenmiş ya da paslanmış bir şey düşünün, bu hal o şeyin ilk görüntüsünü örter, hatta çirkin gösterir. İşte onu ilk halinde gösterme.
İslam’ın üzerine arız olan küller ya da paslar, yabancı düşünceler, yanlış kişisel kanaatler ve yerleşmiş uygulamalar olabilir.
Bunların bir kısmını da onun üzerine başkaları kasten ve onu çirkin göstermek için atmış ve bulaştırmış olabilir, bir kısmı uzun süre uygulanmamaktan kaynaklanan oksitlenme gibi bir şey olabilir.
Her halükârda bu kir ve pasların silinip atılması ve İslam’ın asli safiyetiyle yeniden ortaya konulmasına işte
tecdid
denir.
Tecdid düşüncesinin dayanağı, bilindiği gibi Resulüllah’ın şu anlamdaki hadisi şerifleridir. ‘
Her yüzyılın başında Allah bu ümmete onun dinini yenileyecek birilerini gönderecektir
’ (Ebu Davud). Bu biri ya da birileri tek olabileceği gibi, birden çok da olabilir. Yani dinde yanlış anlamalar ortaya çıktıkça bir ya da birden çok âlim onu asli safiyetiyle yeniden ortaya koyar.
Buradaki yüzyıl da sayısal bir dönem olmayabilir. Ama buna rağmen İslam âlimleri Resulüllah’tan itibaren her yüzyılın başı için bir müceddit bulmaya çalışmışlardır. Mesela Süyuti (v. 911 H) ‘tuhfetül-mühtedin’ adlı bir şiir yazarak kendi zamanına dair her yüz yıl için müceddit olduğunu düşündüğü İslam âlimlerini sıralamış ve onun bilinen meşhur üslubu ile; ‘
eh, dokuzuncusu da bu fakirin olduğunu sanıyorum
’ demiştir. Mamafih, Süyuti’nin sıralamasına pek itiraz olmamış, ama bunu bir başkası yapmış olsaydı bazılarının yerine muhtemelen başka isimler konabilirdi.
Onun ilk müceddit saydığı Ömer bin Abdülaziz’e (v. 101 H) kimse itiraz etmez. Bunun bir anlamı da ilk bozulmanın yönetimde olduğu için, ilk müceddidin de yönetici olmasıdır.
Demek ki, İslam ümmeti yönetimdeki tecdide daha çok muhtaçtır ve ne yazık ki, Müslümanlar şu ana kadar demokrasiye bir alternatif geliştirememişlerdir. Çünkü İslam, Ömer bin Abdülaziz’den sonra hiçbir zaman tam iktidar olamamıştır. Bundan şöyle bir sonuç çıkar mı? Mademki İslam Asrısaadet’ten sonra hiçbir zaman tam iktidar olamadı, o halde bunun için çabalamanın da bir anlamı olmaz. Bizce böyle bir sonuç çıkmaz. Çünkü bu zamana kadar Müslümanlar buna tam ihtiyaç duyup bunun peşine düşmediler, yollarını aramadılar. İkinci olarak çeşitli İslam yönetimleri, bu arada Osmanlı, şeriatı tam uygulamış olmasalar bile, uyguladıkları kadarıyla yine de dünyanın en adil yönetimleri oldular.
Müslümanlar bu işe ehil oldukları zaman yenidünyaya uygun yönetim biçimini de oluşturacaklardır.
Bunun için Müslümanlar bu tecdid ameliyesini bir ucundan başlayıp hayata geçirmelidirler. Bunun özel ve ferdi alanda olması gereken yönü vardır, her ülkeyi ilgilendiren yönü vardır, bütün İslam ümmetini ilgilendiren yönü vardır. Biz ferdi olandan başlayabiliriz. Yani Müslüman önce kendini yenileyip, yeniden Müslüman olmalı, bir diğer ifade ile İslam’ı kendi dini haline getirmeli. Çünkü vakıa biz sosyolojik ve kültürel bir İslam’ı hazır bulmuşuz, onu uyguluyor, en iyi İslam budur zannına kapılıyor olabiliriz. Acaba bunun hata ettiğimiz yönleri yok mudur? Bunları gözden geçirip İslamımızı kendi İslamımız yapamaz mıyız? Çünkü Allah körü körüne atalarının dinine bağlı olanları kınar ve ‘
atalarınız anlamamışlarsa ya da doğruyu bulamamışlarsa yine de onları mı izleyeceksiniz
?’ buyurur.
Böyle bir başlangıcın elbette haddi aşma ve geçmişi bütünüyle reddetme gibi bir riski de vardır.
O halde tecdide kendimizden başlamamızın da bir edebi ve usulü olmalıdır. İşte bu noktada tek başımıza kalamayız, bilenlere sorma ve doğru olanı tahsil etme durumundayız. Bu noktada görev âlimlere düşer. Biz de tek başımıza ve usulsüz bir şekilde doğruyu ararsak, Necip Fazıl’ın uzay kadar büyük bir ceviz çuvalındaki tek sağlam cevizi bulmak için elini çuvala sokan adam gibi olmuş oluruz.
Eskiden tek bir âlimin müceddit olması mümkündü. Ama şu anda bu mümkün değildir. İslam anlayışındaki sapmaların düzeltilebilmesi çok yönlü bilgiye muhtaçtır ve bunu bir kişinin edinmesi mümkün değildir.
Onun için asla siyasetin emrine girmeden ve hiçbir grubun adamı olmadan oluşacak ‘Âlimler Birliği’ni ihtiyaç vardır.
Bu önce ülke çapında, sonra da dünya ölçeğinde olur. Biz bir teşebbüs ettik, epeyce de yol aldık ama şimdilik rafa kaldırıldı. Allah kerim.
#İslam
#Alimler
#Müslüman
#Süyuti