Mezara kadar tekâsür

04:0031/08/2018, Cuma
G: 31/08/2018, Cuma
Faruk Beşer

Tekasür, çokluk yarışı, ya da çoklukla övünme demek. Kuranıkerim’de bu adla bir surenin bulunduğunu herkes biliyor. Benim malım, benim adamlarım seninkinden çok, benim arabam seninkinden değerli, evim barkım, daha güzel. Eşyalarım, perdelerim, hatta kitaplarım seninkinden fazla. Arazim daha büyük vb. Kuranıkerim bu duyguya tekâsür diyor. Bu bir mümin için çok küçültücü bir hastalıktır.Ama demek ki, insanoğlunda böyle bir damar var. Bunun rahmani ve şeytani iki ucu olmalı. Çünkü Allah insanın içine

Tekasür, çokluk yarışı, ya da çoklukla övünme demek. Kuranıkerim’de bu adla bir surenin bulunduğunu herkes biliyor. Benim malım, benim adamlarım seninkinden çok, benim arabam seninkinden değerli, evim barkım, daha güzel. Eşyalarım, perdelerim, hatta kitaplarım seninkinden fazla. Arazim daha büyük vb. Kuranıkerim bu duyguya tekâsür diyor. Bu bir mümin için çok küçültücü bir hastalıktır.



Ama demek ki, insanoğlunda böyle bir damar var. Bunun rahmani ve şeytani iki ucu olmalı. Çünkü Allah insanın içine onu hep kötülüğe çekip götüren, ama akılla ve bilgi ile hayra çevirici bir karşılığı bulunmayan bir duygu koymamış. Nefis bile öyle değildir.

Bu tekâsür damarının rahmani ucu, insandaki manevi yücelme duygusudur. Demek ki, insanda hep daha yüceleri isteyen bir öz var. Bu duygu kontrol edilip Allah’a doğru yöneltilirse insan melekût âlemi istikametinde yol alır, melekleşir, Allah’a yaklaşır, duygularıyla, hissedişleriyle, manevi algılarıyla bu âlemi aşabilir, o âlemin havasını soluyabilir. O zaman bu duygu insan için bir motivasyon olur, hareket etmesini, yücelmesini, kazanmasını sağlar.

Tekâsürün şeytani ya da nefsani ucu ise insanı dünyaperest, açgözlü ve haris kılar, rahatsız eder, ömrü heba olur.

Kıl dönmesi gibi sadece dünyaya bakan tekâsür duygusu muhtemelen özentiden, eziklikten, kendini küçük görmekten ve bundan kurtulmak için yukarı çıkmaya çalışmaktan kaynaklanır. Oysa ‘mükerrem’ olarak yaratılan insanoğlu, büyüklüğünü ya da küçüklüğünü malla mülkle, eşya ile ölçmemeli, onu asıl büyük yapacak olan bilgi ile ameli salih ile, kısaca takva ile ölçmeli.

Tekasür suresinde Allah (cc) ne buyuruyordu?

“Daha çoğuna sahip olma yarışı sizi, kabirleri ziyarete varıncaya dek oyalıyor. Hayır, yanlış yapıyorsunuz! İleride öğreneceksiniz. Evet, yanlış yapıyorsunuz! İleride kesin öğreneceksiniz. Yanlış yapıyorsunuz! Eğer yakîn bir bilgi ile bilseniz cehennemi kesin görürsünüz. Onu mutlaka gözlerinizle de göreceksiniz. Sonra o gün yaşadığınız bunca nimetlerden hesaba çekileceksiniz”.

Oyalama dediğimiz kelimenin aslı ‘lehv’dir. Lehv insanı asıl yapması gerekenden alıkoyan boş işlerdir.

Dikkat edilirse kötülenen şey, malınızın servetinizin çok olması değil, çokluk yarışında boğulma ve bunun için yaşamanızdır. İnsanoğlunun gaye olarak her şeyin daha çoğuna sahip olmak için yaşaması ve bu tutkuyu kabre kadar sürdürmesi onun büyük bir gafletidir. Kabirleri ziyaret edinceye dek denmesi, buna müptela olunca ölüp kabre girinceye kadar bu tutkunun esiri olma anlamına gelebilir. Kabre girmenin, kabri ziyaret etme diye anlatılması da oranın dahi kalıcı bir yurt olmadığını, ziyaretçi gibi uğranılıp geçileceğini anlatmak için olabilir.

‘Kabirleri ziyaret edinceye dek’ ifadesi, çokluk yarışı o noktaya varır ki, kendi kabristanınızın başkalarınınkinden daha kalabalık olmasıyla, ya da daha bakımlı, mermeri daha kaliteli olmasıyla dahi övünür hale gelirsiniz anlamına da gelebilir. İşte bu da bir aldanmadır. Bunu Kurban Bayramı vesilesiyle kabristanı ziyaretimde hissettim. Adeta bir kabir yapma yarışı var. Benimkilerin kabristanı seninkilerinden çok daha şaşaalı, geniş ve daha çok deniyor gibi. Resulüllah buyurur ki, “İnsanoğlu, benim malım benim malım, der durur. Oysa onun malı sadece şu üçünden ibarettir: Yiyip tükettiği, giyip yıprattığı, sadaka verip ecrini kazandığı. Geriye kalan gider, başka insanlara kalır”. (Müslim)

Ardından bir iki gün önce hayırlı bir iş için, vasıflı şehirlerimizden Kayseri’yi ziyaret ettim. Kadim dostum Mehmet Göktaş Hocanın mütevazı evinde, mütevazı bir kahvaltı yaptık. Tam da Gazali’nin ‘Adâb’ bahsinde anlattığı gibi, külfetsiz, gösterişsiz, Allah ne verdiyse onunla. Doğrusu ben bundan çok zevk aldım. Çünkü davetlerde, yemeklerde aşırı külfet ve israf misafirperverliği zedeler, gösterişe ve tekâsüre götürür diyor Gazali. Sonra da bir arkadaş bizi Erciyes eteklerindeki yazlık bölgeleri gezdirdi. Hepsi de hatırı sayılır, ağniyadan maruf Müslümanların yazın sadece iki üç ay kalacakları kâşaneler. Eğer bu zenginlikler ticarette, sanayide kullanılmış olsaydı o zaman çok hayırlı bir iş olmuş olurdu ve Allah’ın ‘onlara karşı elinizden geldiğince güç ve kuvvet hazırlayın’ buyurduğu ibadet cinsinden sayılırdı. Tek kelime ile ağzım açık kaldı çünkü bu kâşanelerin ihtişamı anlatılır gibi değildi. Aklıma Allah’ın Âd kavmi için söyledikleri geldi: ‘Bu ne böyle kâşaneler yapıyorsunuz, sanki hiç ölmeyecekmişsiniz gibi! (Şuara 129)’. Sonra da düşündüm, aslında bizim her birerlerimiz bu musibeti bir ölçüde yaşamıyor muyuz? O halde bundan kurtulmak için elimizi çabuk tutup birlikte hareket etmemiz ve birbirimizi uyarmamız gerekiyor. Çünkü bu durumun kültürle ve yaygın hayat tarzı ile de alakası var. Sizi kuşatan kültür gösteriş kültürü olursa, kendinizi bundan kolay kolay kurtaramazsınız.

#tekâsür