Kutsallıkla kirletilmiş mukaddesler

04:0030/06/2019, Pazar
G: 30/06/2019, Pazar
Faruk Beşer

Kişilerin eşyaya ve olaylara manevi bir arka plan araması insanın tabiatında var olan ilahi bir dürtüdür. Çünkü Kuddûs olan Allah’la irtibatı bulunmayan, tabir caizse bir metafiziği olmayan hiçbir şey yoktur. Bunun anlamı, tamamen maddi olan hiçbir şeyin olamayacağıdır.Mesele, bizim duyularımızla algıladığımız fiziğin ötesini yani metafiziği, oradaki hakikati ne ile ve nasıl öğrenebileceğimiz meselesidir. Muziplik gibi söylenen, ‘insanda ilahlık tohumu vardır, ya da ulûhiyet geni vardır’ sözünün

Kişilerin eşyaya ve olaylara manevi bir arka plan araması insanın tabiatında var olan ilahi bir dürtüdür. Çünkü Kuddûs olan Allah’la irtibatı bulunmayan, tabir caizse bir metafiziği olmayan hiçbir şey yoktur. Bunun anlamı, tamamen maddi olan hiçbir şeyin olamayacağıdır.



Mesele, bizim duyularımızla algıladığımız fiziğin ötesini yani metafiziği, oradaki hakikati ne ile ve nasıl öğrenebileceğimiz meselesidir. Muziplik gibi söylenen, ‘insanda ilahlık tohumu vardır, ya da ulûhiyet geni vardır’ sözünün hakikate işaret eden bir tarafı da olmalıdır. İnsan madde ile yetinemez, hep daha ilerlere, sonsuza, mükemmele, en büyüğe ulaşmak ister. Bunun için de manevi güçler arar, bulamazsa vehmeder, hayal eder. Onda böyle bir tabiat varsa böyle güçler de ve böyle dünyalar da var demektir. Mesele, bu gücün gerçek olanı ile hayali olanını ayırabilme meselesidir.
Batıl inanç kavramı da bunu anlatır. Batıl inanç varsa demek ki batıl olmayanı da vardır.
İkisinden birisi mutlaka olacaktır. İşte din bize inancın batıl olmayanını öğretir. Diğer yönden insanda böyle bir ‘en büyük’, ‘en mükemmel’ arama duygusu içinde, aynı zamanda insanın kendisinin böyle olmadığı, eksik olduğu anlamını da barındırır. O halde insan da haddini bilmelidir.
Mesele inanç, ya da daha doğrusu iman meselesi olunca fizik olmayan dünyadan aldığımız bilgiler kesin bilgiler olmalıdır ki, batılda kaybolup gitmeyelim.
Akide ve iman konularında taklit olmaz kuralı bunu anlatır.
İmanın dayanağı hayal, tahmin ve zan olmamalıdır. İşte böyle doğru bir imanı bize ancak Kitabın ve Sünnetin üzerinde ittifak edilen bilgileri verebilir. Geriye kalan zandır ve Allah Kuranıkerim’de sık sık zanna ve tahmine dayalı olarak hareket edenlerin müşrikler olduğunu vurgular.

Din bu konulardaki ayıklamayı gerçekleştirmek için vardır. Kişiler dini bilgilerin yerine kendi zanlarını ve tahminlerini koydukları zaman bir tek ilaha ait olan özellikleri eşyaya, insana ve olaylara verirler, kutsama ve biraz sonra da putperestlik başlar. Mesela uğur ya da uğursuzluk inancı böyle bir batıl kutsamadır, Allah’a ait olan gücün ve kudretin başka şeylerde hayal edilmesi demektir. Bu sebeple de İslam bunları ve benzerlerini yasaklamıştır. Nazar boncuğu muska hamail gibi şeylerin etkisine inanma da, sayılarda gizem arama da böyledir. Biz ibadetlerde bazı sayılara riayet ediyorsak bunu Şariin emrine uymak için yaparız. İnsanlardaki ölçüsüz korku ve ümitler, din ve eşya hakkında doğru bilginin yerini alan yanlış kanaatler, hayal ve tahminler sonuçta kişiyi bazı şeyleri kutsal bilmeye götürür.

Ya da kişinin başka hiçbir mukaddesinin olmaması kişiyi boş ve anlamsız şeyleri kutsamaya götürür. Demokrasi bile kutsal olur. Anayasanın giriş maddeleri tartışılmaya bile açılamaz. Atatürk’ün kutsallığını kabul etmeyecek olanlar çıkar ve bunu tartışmaya açarlarsa kutsal bir koruma kanunu ile hadleri bildirilir.

Kutsallık diğer dinlerde ve batıl inanışlarda ulûhiyetin insana ya da eşyaya hulûlü yani sızması, bulaşması gibi algılanırken İslam’da makeddeslik yani kirlerden temizlenme vardır. Ancak bu anlamda insanlar da arınabilmelerine rağmen kişilere hiçbir zaman mukaddes denmemiştir. Çünkü bunda hulûle giden bir sızıntı olabilir. Allah hiçbir şeye hulul etmez. Hulûl inancı şirk sayılır. Kişinin her yaptığında hikmet arama, ona Allah’ın
Hakîm
olma vasfının hulûl ettiği düşüncesini sonuç verir. İnsan hikmete, yani
Hakîm
’in doğru dediklerine ulaşabilir, ama mutlak anlamda
Hakîm
olamaz. Filozoflara ya da tabiplere hakîm denmesi mecazdır.

Çok ilginç olan şeylerden birisi şudur ki, kutsama anlamındaki takdise haklı olarak şiddetle karşı çıkan bazı Selefi kardeşlerimiz bile sıra İbn Teymiye’ye (ra) gelince onun her dediğinde bir hikmet arayabilirler. Oysa bu da bir takdis/kutsama değil midir? Bizde de İmam Rabbani, İbn Arabi, Mevlana, Bediuzzaman gibi zevat (Hepsinden Allah razı olsun, biz hepsinin büyük zatlar olduğuna hüsnü zan ederiz, doğrusunu Allah bilir) böyle sanılmazlar mı? Bunların büyük olmaları ile kutsanmaları ayrı şeylerdir. Hatta büyük sandıklarımızın kitapları bile birer mukaddes kitaptır ve Kuranıkerim onlara göre fiilen ikinci derecededir. Ne enteresandır ki, aslında tevhide çağıran bu zevatın kitapları bile bir tefrikin, yani fırkalaşmanın ve ayrışmanın aracı olarak iş görüyor.

İnsan öyle ilginç bir varlıktır ki, sanatı dahi kutsallaştırabilir. Gaye haline getirilen bir sanat anlayışı sanatın kutsanmasıdır. Kendi yerinde kendi kıymeti kadar bir değere sahip olan sanat insanın bütün tazim ve tebcil duygularını kendisine çektiğinde onun mukaddesi haline gelir.

Bütün bu yazdıklarımızda kutsal ile mukaddesi birbirinden hep ayrı düşündüğümüzü bir kez de yazımızı bitirirken söylemiş olalım.

#Kutsal
#Mukaddes
#Hakim