Samimi ama sadece bir fırkanın ürettiği bilgilerle düşünebilen bir arkadaşla tartışmaya giriştik. Bir süre sonra yaptığımızın ilmi bir müzakere ve doğruya ulaşma çabası değil, faydasız bir cedel olduğunu fark edince konuyu değiştirdim. Çünkü böyle bir tartışma tarafların hatalarını perçinlemekten başka bir işe yaramaz.
Belki de bunun için Resulüllah (sa), ‘haklı olduğunu bildiği halde mirâyı terk eden cenneti kazanır’ buyurur. Ne yazık ki, yapım gereği bu tür tartışmaları seviyorum ama her zaman zararla sonlandırıyorum. İmam Şafii gibi olamadıktan sonra böyle tartışmaları yapmanın bir fayda getirmediğini hep ba’de harabi’l-Basra anlıyorum. İmam Şafii’ye şöyle bir söz nispet edilir: ‘Ne zaman birisiyle tartışmaya girsem hep onun haklı çıkmasını arzulamışımdır. Çünkü eğer o haklı çıkarsa benim iki kazancım olacak: Birincisi, ben yeni bir şey öğrenmiş olacağım. İkincisi, benim kazanmamın bana vereceği gururdan kurtulmuş olacağım’.
Bu tartışmayı bırakıp kendime gelince düşündüm; biz neden bu kadar savrulduk, açık deliller, naslar varken ve İslam kolayken, bu açık delilleri bırakıp kendi ürettiğimiz zanlar üzerine hayali İslam anlayışları kuruyoruz? İbaresiyle delalet eden bir nassı delil olarak almıyoruz da, sahih bile olmayan bir hadisin işaretinin işaretini delil sayıyoruz. İşin merkezini, esasını, olmazsa olmazını bırakarak zandan üretilen inançlar üzerine öznel ve de ideolojik bir İslam oluşturuyoruz? Fırkaların İslam anlayışının en baş problemi budur. Bu sorunun cevabı olarak aklıma şunlar geldi:
Şu anda İslam’ın sahibi ve hamisi yok. Yanlış anlayışlara ikna edici ve Müslümanlarca kabul görecek düzeyde cevaplar üretecek bağımsız ve bağlantısız ulemamız yeterli değil. Oluşmasının önünde de engeller var. Bu sebeple cumhur olmanın, sevad-ı
azamın, manevi icmaın otoritesini hissedemiyoruz. Herkes kendi başına buyruk. Kuranıkerim ifadesiyle ‘kendi içimizdeki çekişmelerimiz sebebiyle parçalandık, rüzgârımız/devletimiz yok oldu’.
Böyle olunca her fırka İslam’ın ortak usulüne dayalı olmaksızın, kendi bilgisini kendi zanlarıyla, usulsüzlükleriyle üretir hale geldi. Bu da ideolojik ve bâtıni İslam anlayışlarının doğmasına sebep oldu.
Dünya gerçeklerinden uzak, merdivenaltı kurslarla ve her fırkanın, hatta her hocanın kendi yöntemiyle, ya da yöntemsizliğiyle öğretilen İslam bu kadar olur. İslam’ı öğrettiğimizi sanıyoruz.
Dünya ilimleriyle din ilimlerini beraber götüremedik. Onun için dinden anladıklarımız da yaşadığımız dünya gerçeğiyle uyuşmuyor, ayakları bu zemine basamıyor. Oysa Allah bizden dünyayı da anlamamızı istiyor. Felsefi düşünceler bile bir varlık anlayışından kaynaklanır. Oysa dünya bilgisinden kopmuş bir İslam anlayışı bu dünyanın dini olamaz, Müslümanları birleştiremez ve ayağa kaldıramaz.
İslam’ın yeniden diriliş döneminden bugüne Türkiye’de kurulan İmam Hatip Okulları ve diğer İslam ülkelerinde onların kısmen benzeri olan okullar bu uzlaştırmanın bir girişimi oldu ama daha üst kurumlar aşılamadığı için tam istenilen sonucu henüz veremedi. Bu okulların yetiştirdiği insanlar iktidar oldu, ama mesele derin devlet duvarına gelip çattı. Türkiye’deki ‘İslamcı’ birikim başlangıçta demokratik yollarla bu duvarı aşmayı kısmen başarır gibi görüldü. Devlet olamadıysa da devleti yönetir oldu, kurumlaşma yolunda epey mesafe alındı. Ancak bir yönden kemikleşmiş seküler derin devlet refleksi, bir yönden de İslamcıların iktidarda kalmayı bu yürüyüşün sürmesine tercih etme kararı bir kırılmaya sebep oldu. Demokrasinin ya da iktidarın nimetleri İslamcılığa tercih edildi. Kısaca İslamcılık bu defa da demokrasiye tosladı.
İlim geleneğimiz koptu. Bugün rol model diyorlar, üsve-i hasene âlimlerimiz yeterli değil. Oysa âlimin, alem olarak yol gösterici duruşu vardır. Fıkıhta Dürer’le ya da Mir’at’la, tefsirde Kâdi Beydâvi ile bir ömür tüketmeyi ilim yapma sayıyoruz. Biraz da gönül eğlencesi arayanlar Mesnevi ya da Gülistan’a bir ömür veriyorlar. Bunlardan sıkıp sıkıp ‘irfan’ çıkarmaya çalışıyorlar. Oysa ilimsiz irfan olmaz.
Dinin hamisi bulunmayınca dini ilimlerin teşvik edici, motivasyon sağlayıcı güçleri kalmadı. Dünya anlayışımız ve ona bağlı eğitim sistemi en zeki gençleri, en çok dünyalık sağlayan okullara doğru çekiyor. Hiçbir okula giremeyenler ‘din hocası’ ya da ‘hafız’ olmak zorunda kalıyorlar.
Bir taraftan da bütün bunların ve benzeri problemlerin aşılma çabaları var. Bu yola girilmiştir. Aşılacağını ümit ediyoruz. Allah tekrar nurunu tamamlayacaktır. İstemeseler de.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.