Davette önem sırası, konu ve dil

04:0021/10/2018, Pazar
G: 21/10/2018, Pazar
Faruk Beşer

Halis bir niyetin ve kendi hayatında iyi bir temsilin davette esas olduğunu söyledik. Bunlar olmazsa kişi Allah’ın dinine değil, nefsine ya da başka şeylere davet ediyor olur. Ama bunlardan da önce kişinin neye davet ettiğini bilmesi yani yaptığı iş konusunda yeterli ilminin olması gerekir. İslam’ın hangi emir ve yasakları hangi şartlar için vazedilmiştir, sabiteleri ve değişkenleri nelerdir, hükümler zamana ve kişilere göre nasıl ve ne kadar esnetilebilir gibi şeyler hep ilimle anlaşılabilecek

Halis bir niyetin ve kendi hayatında iyi bir temsilin davette esas olduğunu söyledik. Bunlar olmazsa kişi Allah’ın dinine değil, nefsine ya da başka şeylere davet ediyor olur. Ama bunlardan da önce kişinin neye davet ettiğini bilmesi yani yaptığı iş konusunda yeterli ilminin olması gerekir. İslam’ın hangi emir ve yasakları hangi şartlar için vazedilmiştir, sabiteleri ve değişkenleri nelerdir, hükümler zamana ve kişilere göre nasıl ve ne kadar esnetilebilir gibi şeyler hep ilimle anlaşılabilecek şeylerdir.



Bu konudan söz eden âlimler davetçinin, ya da genel olarak âlimin yaşadığı zamanı da çok iyi bilmesinin gereğinden söz ederler. İnsanlar hangi eğilimlere, hangi sebeplerle meylediyorlar, birincil ihtiyaçları nelerdir? Davette bunlardan haberdar olmak ve bunları hesaba katmak önemlidir. Bu sebeple bir saat ilimle meşgul olma, altmış yıl nafile ibadet yapmadan daha faziletlidir denmiştir. Amellerin sevap ya da fazilet sıralamasını bilmek çok şeyi değiştirir. Küçük bir işle dünyalar kadar sevap alabilmek mümkün iken yıllarca samanla meşgul olmak akıl işi olmaz. Bu sebeple Resulüllah Efendimiz Hz. Ali’ye; ‘vallahi, senin sebebinle Allah’ın bir kişiye hidayet vermesi, senin için kızıl develere sahip olmandan daha hayırlıdır (Buhari, Müslim)’ buyurmuştur.

En önemlisi varken daha az önemli ile meşgul olmak zaman ve enerji israfı olur. Şu olay bu konuda bize ışık tutar: ‘Resulüllah (sa) Muaz’ı görevli olarak Yemen’e gönderirken ona şunları tembihlemişti: Sen davet için Ehlikitap olan bir topluluğa gidiyorsun, onlara önce Allah’tan başka ilah olmadığını ve benim O’nun elçisi olduğumu anlat. Eğer onlar bunu kabul ederlerse, o zaman Allah’ın onların üzerlerine günde beş vakit namazı farz kıldığını anlat. Bunu da kabul ederlerse mallarında fakirlerin hakkı bulunduğunu, bu hakkın zenginlerinden alınıp fakirlere verilmesi gerektiğini anlat. Bunu da kabul ederlerse, sen bu hakkı onlardan alırken mallarının en iyilerini seçip alma, mazlumun duasından sakın, çünkü Allah’la mazlumun duası arasında bir perde yoktur’ (Buhari, Müslim).

Dikkat edilirse kelime-i şehadet ve beş vakit namazın kabulünden sonra en önemli mesele fakirlerin karnının doyurulmasıdır. Mekke döneminde inen ayetlerde tevhitten sonra hep vermeye, bölüşmeye vurgu yapılması bu sıralamanın gereğidir.

1993 te rahmetli Erbakan Hoca başkanlığında Türki Cumhuriyetlere ‘Adil Düzen’i anlatmak için gitmiştik. Azerbaycan Cumhurbaşkanı rahmetli Elçibey’i makamında ziyaret ettik. Erbakan Hoca ona ‘Adil Düzen’in ne olduğunu anlatınca Elçibey şöyle dedi: ‘Şu anda benim halkımın karnı aç, önce onların karnını doyuracak bir düzen bulmalıyız ki, bu sizin söylediklerinizi onlara anlatabilelim’. Ekonomi biliminde de daha öncelikli ihtiyaçları bulunan insanların ikincil, üçüncül… ihtiyaçlarla meşgul olmayacakları anlatılır.

Davette gruplara, fırkalara, mezheplere değil Allah’a çağrılır. Allah (cc) bütün peygamberlerini bunun için gönderdiğini söyler:

‘Hakikat biz, Allah’a kulluk edin, tağûttan uzak durun demeleri için her millete bir elçi gönderdik. Sonuçta onların bir kısmına Allah hidayet verdi, bir kısmına da dalalet hak oldu. O halde dünyayı gezin ve bunları yalan sayanların sonu nasıl oldu bir bakın (Nahl 36). Tağût: Allah’ın hükmüne karşı olan her türlü ideoloji, yönetim ya da yöneticilerdir.

‘De ki, Allah’a çağıran, kendisi de salih amelleri yapan ve ben Müslümanım diyenden daha güzel sözlü birisi olabilir mi? (Fussılet 33). Bu ayeti kerime Allah’a davette iki önemli şarta vurgu yapar: Davetçinin kendisinin de salih amelleri yapıyor olması ve bir mezhebe, meşrebe değil Allah’a davet etmesi. Salih amel olduğu gibi alınması gereken Kur’an kavramlarından biridir ve kul için bulunduğu zaman, mekân ve şartlarda Allah’ın rızasına en uygun ve en öncelikli iş demektir.

Kullanılan dil de davet için çok önemlidir. İnsanların anlaşma aracı birinci derecede dildir ve bütün diller Allah’ın bir ayetidir. Hiçbir ayet inkâr edilemez, küçümsenemez ve yasaklanamaz. ‘Biz hiçbir elçi göndermedik ki, kendi kavminin diliyle gönderilmiş olmasın, ta ki, çok iyi anlatabilsin (İbrahim 4)’. Demek ki çok iyi anlatabilmek, muhataplarının dilini çok iyi bilmekle olabilir. ‘İfade biçiminin öylesi vardır ki sihir gibidir’ (Buhari), muhatabı etkisi altında bırakır. Hep dikkatimi çeker, çok okunan bir romancının on tane romanını okusanız ceviz kabuğunu dolduracak kadar bilgi edinemeyebilirsiniz. O halde sizi cezbeden ve kitapta sergilenen hayat felsefesini farkına varmadan kabul etmenizi sağlayan şey dildeki kıvraklıktan başkası değildir. Tıpkı kelimeleri dans ettiren adam dendiği gibi. Resulüllah’ın müşriklere meydan okuması birinci derecede bir dil mucizesi olan Kuranıkerim’ledir. Kendilerine de ‘cevami’ul-kelim’, yani kısa ifadelerle çok şey anlatabilme özelliği verilmiştir. Bu sebeple onun için Arabın en fasihi idi denmiştir.

#Davet
#Konu