İlgilenen herkesin dikkatini çekiyordur. Bir takım çevreler, bazı karanlık odalar, siteler, gazeteler her fırsatta İslam’a ve dindarlara hücum ediyor ve adeta savaş açıyorlar. İslam ve Müslümanlar diye vuramadıkları zaman bir başka ad ile vuruyorlar; İslamcılar, Siyasal İslamcılar, radikaller, tarikatlar, gericiler, cemaatler gibi yaftalarla tezyif ve tahkir ediyorlar.
Gericiler Necip Fazıl’ın sözünü yazardım ama bize yakışmaz. Aslında karşı çıktıkları şey İslam’dır ve dindarlardır, yoksa bu isimlendirmelerde elbette bizim de eleştireceğimiz yönler bulunabilir. Toplum üzerinde etkisi olan kişilere, ilim adamlarına, müftülere, âlimlere, kanaat önderlerine çeşitli bahanelerle hücum edip kelle istiyorlar ve bu saldırıları özellikle seçim önceleri yoğunlaştırıyorlar. Susturdukları, korkuttukları da olmuyor değil. Hatta bazen kelle dahi alabiliyorlar. Bunu haince, ahlaksızca, düşmanca yapıyorlar. Birisinin bir konuşmasından bir parça, diğerinden başka bir parça, bir yazısından bir cümle, diğerinden bir paragraf alıp birbirine ekleyip onun kaleminden ya da dilindenmiş gibi bir başka mana ya da kasıt çıkarıyorlar.
Peki, bu cüreti nereden alıyorlar? Akla gelen şunlar. Bir, yüz elli yıldır bu milletin başına çöreklenen, onun zayıf düşmesinden istifade ederek içeriden örgütlenen, fikir kökü yabancı hainlerin maddi ve manevi olarak can damarlarımıza el atmış, bir yerlerde yuvalanmış, kök salmış ve vurmak için sürekli fırsat kollayıp, ellerine geçirdikleri her fırsatı değerlendiriyor olmaları. İki, yine bu güçlenmelerine bağlı olarak, yaptıkları hep yanlarına kâr kaldığı için güçlerinin üzerinde bir cesaret kazanmış olmaları ve saldırdıkça da bir karşılık görmemelerinin verdiği artı cesaret. Buna bağlı olarak da dindarların yüz yılı aşkın bir zamandır korkutulup sindirilmeleri, bu sebeple diğerlerinin aksine güçleri oranında bir savunma refleksi gösterememeleri. Kısaca haklıların da haksızlar kadar cesur olamamaları.
İşin acı ve hazin tarafı, bazı dindarlar da fikrini ve zikrini beğenmediği diğer kardeşlerine vurma konusunda ‘ötekiler’le işbirliği yapabiliyor, onlara lojistik destek sağlayabiliyor. Tıpkı kendisi Mekkeli olduğu halde Kâbe’yi yıkmaya gelen Ebrehe’ye Mekke vadilerinde rehberlik eden Ebu Riğal gibi. Bazılarının da böyle bir işbirliği yapmasalar bile cehaletleri ve İslam’ı kötü temsilleri ile yine öbürlerine destek çıkıyor, onlara vurabilecekleri bol malzeme hazırlıyor olmaları.
İslam öbür dünya hedefli bir dindir. Ama bu hedefe sağ salim ve donanımlı olarak ulaşabilmesi için bu dünyada izzete, bilgiye, güce, kendisini savunabilmeye ihtiyacı vardır. Bunun ucu da hukuka, devlete ve medeniyete sahip olmaya çıkar. Ancak devlete ve devlet üstü medeniyete talip olan hiçbir oluşum, herkesi kendi ırkından, kendi inancından kılarak buna ulaşamaz. O halde kendisi gibi olmayanlarla beraber yaşamanın yolunu ve formülünü de bilmesi gerekir. Tarih boyunca bunu başarabilen tek güç, tek medeniyet İslam’dır. Endülüs ve Osmanlı tecrübeleri bunun çok açık örnekleridir. Buna karşılık Müslümanlar başka hiçbir devlet ya da medeniyet içerisinde özgür ve özgün olamamışlardır. Bunun için ya çok küçük azınlıklar halinde yaşamaları ve hiçbir güçlerinin, hiçbir iddialarının olmaması, ya da çok güçlü olup hem kendileri, hem de himayelerindekileri özgürce yaşatmaları gerekir.
İslam kuru bir inanç manzumesi değildir, ahlakı ve o ahlakı korumakla görevli hukuku vardır. Dolayısıyla başkasının himayesinde yaşaması zaten mümkün olamaz. Ama diğer dinler inanç ve ahlaktan ibarettir. Onun için dinlerini İslam himayesinde son derece özgürce yaşayabilirler. Bundan sadece Yahudilik istisna edilebilir ama onların da zaten bütün ırklara ve inançlara şamil bir evrensellik iddiaları yoktur.
Aşağılanmamak, saldırıları püskürtmek, zilletten izzete çıkabilmek güce bağlıdır. Bugün için gücün en önceliklisi ve en büyüğü bilgidir. O halde hemen, şimdi, burada bununla işe başlamak gerekir. Ahiret için dünya gerekli ise dünyayı kurtaracak bilgi ve onu üretecek bilim de imanın hemen arkasından gelen en öncelikli ihtiyaçtır. İlk ayet: ‘Yaratan rabbinin adıyla oku’ buyurur. Bu imandır, çünkü Allah’ı bilmeyi ve her işini O’nun adına yapmayı anlatır. Bu ilk ayetin devamı, ‘O ki, insanı bir meniden yarattı’ cümlesidir. Bu cümle varlığı tanımanın diğer bilgilere önceliğini anlatır. Bu da bilimdir. Bugünkü anlamda bir bilim İslam’ın olmazsa olmazı değildir, ama mademki mağlubiyetinin sebebidir, o halde o gücü kullanmak zorundadır. Bu sebeple Allah adına yapılan bilim bütün nafile ibadetlerden, kıyaslanmayacak kadar çok sevaptır. Mesele bunun nasıl yapılabileceği meselesidir. Onu da birlikte düşünmeliyiz.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.