Bizim dışımızdakiler hep yanlış mı düşünüyor?

04:008/06/2018, Cuma
G: 8/06/2018, Cuma
Faruk Beşer

Bu hadisi şerifi zaman zaman hatırlamalıyız: ‘Yahudilik yetmiş bir, Hıristiyanlık yetmiş iki fırkaya ayrıldı. Benim ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılacak. Hepsi cehennemlik olacak, sadece benim ve ashabım gibi inanıp yaşayanlar kurtulacak’. Yani Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın bozulup hak yoldan çıkması, bu kadar çok fırkalara ayrılmaları sebebiyledir. Pek çok fırkaya ayrılma benim ümmetimin de başına gelecektir. Helak edici bu musibetten kurtulmanın yolu, Kuranıkerim’i anlamada Sünnetin ve sahabe

Bu hadisi şerifi zaman zaman hatırlamalıyız: ‘Yahudilik yetmiş bir, Hıristiyanlık yetmiş iki fırkaya ayrıldı. Benim ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılacak. Hepsi cehennemlik olacak, sadece benim ve ashabım gibi inanıp yaşayanlar kurtulacak’. Yani Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın bozulup hak yoldan çıkması, bu kadar çok fırkalara ayrılmaları sebebiyledir. Pek çok fırkaya ayrılma benim ümmetimin de başına gelecektir. Helak edici bu musibetten kurtulmanın yolu, Kuranıkerim’i anlamada Sünnetin ve sahabe uygulamasının ölçü ve örnek alınmasıdır. İhtilafa düştüklerinde bunda birleşmelidirler. ‘Ben ve sahabem’ yerine bir başka yerde Efendimiz (sa) ‘el-Cemaah’ kavramını kullanır.



Bunun bir anlamı da şudur: İnsanoğlu, tabiatı gereği diğerlerinden farklı düşünebilir, bilgilenme ve hikmete ulaşmak için bu gereklidir. Ama hakikatin şaşmaz ölçüsü kişisel düşünceler değildir. Dinin asıllarında (usulü’d-din) farklı düşünmelerin olduğu bir yerde doğrunun ölçüsü, Resulüllah’ın sünneti ve onun talim ve terbiyesiyle sahabenin inanıp yaşadığıdır. Furua, yani fıkhi ahkâma, ya da fiili pratiğe gelince, bu zamana ve şartlara göre değişebilir.

Sürekli söylüyoruz, hakikatin yegâne ölçüsü olarak kendi grubunun, ya da kendi üstadının söylediklerini görmek, Resulüllah’ın verdiği o ölçüden uzaklaşmanın ve yerilen fırka olmanın en belirleyici özelliğidir. Ve bu durum ümmetin parçalanmasının ve helak olmasının ana sebebidir. Bunu idrak ettiğimiz gün ümmeti yeniden inşa etmeye başlamış olacağız. Şu anda ümmet olarak çektiğimiz acıların baş sebebi de budur.

Fırkacılık aynı zamanda kör taklit demektir. Müminler söylediğimiz o pratikte, yani füruu fıkıhta güvendikleri bir başkasını taklit edebilirler. Bu durum avam için tabiidir ve kaçınılmazdır. Ama dini anlamada ve onu kendi dini kılmada aklını ve fikrini kullanmayanlar dini asla doğru anlayamazlar. Gazali, anlamaya başlamasının, taklidi terk etmesiyle gerçekleştiğini söyler ve ‘Munkiz’de kör taklidi terk etmeyenin hakikati asla anlayamayacağını anlatır. Kuranıkerim’i doğru anlamanın engellerini sayarken de onlardan birinin onu kişinin kendi mezhebi ve meşrebi çerçevesinde anlamak istemesi olduğunu söyler. Mesela her hangi bir ayeti kerimeyi anlamaya çalışırken, ‘bunun anlamı budur, çünkü bizim mezhebimiz, ya da üstadımız böyle söylüyor’ diye düşünen birisinin Kuranıkerim’i ve İslam’ı doğru anlaması mümkün olamaz. Elbette bunu, bilgiye dayalı olmadan aklına gelen her şeyi İslam sanma kör cehaletinden ve haddini bilmezlikten de ayırmak gerekir. Anlama için; acaba öyle mi, şöyle de olamaz mı? diye sorarak başlamak şarttır. Resulüllah Efendimiz (sa) ‘cahillik illetinin şifası sormaktır’ buyurur. İlmiyle meşhur sahabiler kafalarındaki acabaları Resulüllah’a bile, hep sormuşlardır. Hatta Hz. İbrahim Allah’a bile ‘ölmüş birisini tekrar nasıl yaratırsın?’ diye sorarak kalbindeki acabayı gidermek istemiştir. Bunun için Gazali sağlam bilgiye ancak şüphe etmekle ulaşılabileceğini söyler. Çünkü Allah (cc) ‘yaşayan da bir delille yaşasın, ölen de bir delille ölsün’ buyurur.

Bu kör taklit bizi başkalarının ulaştığı hakikatlerden mahrum kalmaya götürür. Mesela biz Mutezilenin özellikle Allah’ın sıfatları, kader ve kulun fiilinin yaratılması konularında yanlış düşündüğünü söylüyoruz. Bu sonuca, ‘acaba’ kuralımızı uygulayarak da ulaşabiliyoruz. Ama bu Mutezili kökenli âlimlerin bazı konularda isabetli olabileceği gerçeğini değiştirmez. Avam öyle kategorik düşünebilir, ama ehli ilim böyle yaparsa gerçek ilme ulaşamaz. Yeter ki kişi aceleci davranıp kendi delilsiz zanlarını hakikat sanmış olmasın.

Âlimlerin sultanı İzz bin Abdüsselam’ın da bu konuda Gazali gibi bir seyri sülükü vardır. ‘Ben İbn Kudame’nin Muğni’sini ve İbn Hazm’ın Muhalla’sını mütalaa edinceye kadar fetva vermeye cesaret edemiyordum, ne zaman ki onları okudum, cesaretlendim’ der. Oysa kendisi Şafiîdir, yani mezhebi onlarınkinden farklıdır, ama sorgulamayı onlardan öğrenmiştir.

Aynı hata günümüzde kitaba ve sünnete bağlı tarikatlar ve bunun tam zıddı noktadaki Selefilik için de geçerlidir. Bunların da güzel taraflarını görememek, bizi onların ulaştığı hakikatlerden mahrum bırakır. Bugün tarikatların çoğunun bidatçi ve batıni olması, Selefilerin çoğunun da tekfirci ve bedevi meşrep olmaları bu hakikati değiştirmez. Problem böyle eğilimleri yegâne hakikat olarak görmede, ya da onların hiçbir hakikate ulaşamadıklarını sanmadadır. Yoksa sahih İslam anlayışının onlardan da alacağı çok şeyler olabilir. Mesela birinden bir türlü kazanamadığımız sevginin ve İslam kardeşliğinin güzelliğini, diğerinden dini bidatlerden arındırmayı öğrenebiliriz.

#İslamiyet
#Hristiyanlık
#Yahudilik