Bilginin kaynakları meselesine tekrar dönelim. Benim tasavvuf adına gördüğüm en büyükproblem, İslam’ın bütün mezheplerince kabul edilmiş bilgi kaynaklarını, bu kaynaklardan bilgi alma yollarını ve aralarındaki meratibi bazılarının değiştirmesi, hatta yok sayması problemidir.Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas ve bunların işleyişi olarak Kitap’ın delalet yolları. Bunun ötesi yok. Ötesi, Hanefilerin dediği usul ifadesiyle ‘fasit istidlaller’dir, yani itibar edilemeyecek çürük delillerdir. Bu durum, bu kaynaklardan
Bilginin kaynakları meselesine tekrar dönelim. Benim tasavvuf adına gördüğüm en büyük
problem, İslam’ın bütün mezheplerince kabul edilmiş bilgi kaynaklarını, bu kaynaklardan bilgi alma yollarını ve aralarındaki meratibi bazılarının değiştirmesi, hatta yok sayması problemidir.
Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas ve bunların işleyişi olarak Kitap’ın delalet yolları. Bunun ötesi yok. Ötesi, Hanefilerin dediği usul ifadesiyle ‘fasit istidlaller’dir, yani itibar edilemeyecek çürük delillerdir. Bu durum, bu kaynaklardan elde edilenlerin ötesinde bir bilgi yoktur anlamına gelmez, o bilgilerden din öğrenilmez anlamına gelir. Sezişler, hissedişler, zan, keşif, ilham, rüya, tecelli ve benzerleri.
Bunlara yok demenin de elbette manası yoktur, ama âlim sufilerin de kabul ettiği üzere bunlar bilgi değil, şahsi ve anlık yansımalardır. Bu taifenin büyüklerinden
Cüneyd’in dediği gibi, bu yollarla elde edilen bilgilere Kitap’tan ve Sünnet’ten iki adil şahit bulmadıkça bunlar kimseyi, hatta sahibini bile bağlamaz.
Bağlama şöyle dursun, itibara bile alınmaz. Çünkü mesele çok açıktır; eğer bunlar dini şekillendiren bilgiler olmuş olsaydı yüzlerce hatta binlerce farklı ve her biri diğerini reddeden İslamlar ortaya çıkardı. Nitekim çıkmıştır ve çıkmaktadır. O halde akıl da nakil de böyle bilgilerin İslam’a yön vermesini onaylamaz.
İnsan, genlerinde var olan takdis etme ve edilme zaafının girdabına kapılınca
artık bir noktada durup bununla yetinelim diyemez. Önce Ehlibeyt’le bir irtibat kurar, sonra mehdi, mesih, peygamber, peygamberlerin önderi ve ilah olmaya doğru gider. Bunlar fiilen de yaşanmakta değil midir?
Sebep İslam’ın bilgi yollarının ve şer’i delillerin kenara itilmesidir. Bu sebebin de sebebi, insanın nefsini ilahlaştırma zaafıdır.
Sanki Allah insana böyle bir duygu vermiş ve bakalım o küçücük varlığıyla Allah’ın karşısına dikilecek ve ben de bir ilahım havasına girecek mi?
Bilgisayarımda şu andaki en büyük fırkalardan birisinin bir hocasının uzun yıllar önceki bir konuşması var.
Diyor ki, ‘abimiz haftada bir evliyaya, ayda bir de enbiyaya sohbet veriyor’.
Sanırım cehaletin artmasıyla şu anda geldikleri nokta bunun çok daha ilerisindedir. Burada akla şu soru geliyor: Bu bilgi ve iletişim asrında cehalet neden artsın? Cevabı basit: Bozuk tarikatlar bilgili insanlardan hoşlanmazlar. Çünkü bilgisi olanlar Hz. İbrahim gibi, “Bu nasıl olur?”, Sahabe gibi, “Ey Allah’ın Resulü, bu buyurduğunuz kendi görüşünüz mü, Allah’ın gönderdiği vahiy mi?” diye sorarlar, sorunca da sistem hata verir.
Sağlam sufiler demişlerdir ki, bir mürşidin gerçek mürşit olduğunun delillerinden biri halkasında alimlerin bulunmasıdır.
Bu çok önemli bir ölçüdür. Daha önce de söylediğimiz gibi Mağrib ve Moritanya’da bugün bu nispeten böyledir. Bizde de seksenlerden beri bu eleştirilere muhatap olmak istemeyen bazı iyi niyetli tarikatlar, tarikat içinde ilim müesseseleri kurmaya başladılar. Bazıları epey mesafe aldı. Ancak burada da ilginç bir durumla karşı karşıya olduğumuzu görüyorum.
Bir defa Gazali’nin dediği gibi ilim kör taklitle olmaz. Yani ilim patronaj kabul etmez.
Bu müesseselerde ilim yapılmak, onun gücünden yararlanmak istenir ama neyin nasıl okunacağını kısaca çerçeveyi, çoğunlukla yine tarikatın yerleşik anlayışı çizer, doğruyu yanlışı onlar belirler. Yaptığınız ilim onların çizgilerini aşmamalıdır. Aşarsa kendinizi halkanın dışında bulursunuz.
Böyle bir anlayışa biz ideolojik İslam diyoruz. Önce ideolojinizi kuruyorsunuz, ya da kurulu bir ideolojiyi benimsiyorsunuz sonra İslam’ı ona uyduruyorsunuz, varsa nasları onu destekleyecek şekilde tevil ediyorsunuz. Yoksa keşifte, zuhurutta, tecellide görüldü, bu böyledir, buna itiraz edilemez diyorsunuz. Yaptığınız ilim bizim tarikatımızda var olan hususları yok saymamalı, hatta onaylamalıdır baskısı hakimdir.
Ehlibeyt dedik. Resulüllah’ın hatırına, Ehlibeyt denince her mümin ‘anam babam sana feda olsun’ der, demeli.
Ancak bazı tarikatlarda kendilerini Ehlibeyt aracılığıyla Resulüllah’a nispet ederek bunun gücünden yararlanma gibi bir kurnazlık da vardır. Bunun için de bir bakarsınız adam evirir çevirir, arka sokakları döner kendisini seyyid yapar. Şimdi bu payeyi belge ile tescil edip büyük paralarla satan çevreler de türedi.
Oysa mürşit olmak için seyyid olma gibi bir şartın şeri ya da akli bir delili var mıdır? Mürşit irşad edendir.
Yani sıratı müstakimi gösterendir. Bunun için de önce kendisinin müstakim olması, bilmesi, bildiğini ihlasla fiilen ve ahlaken yaşıyor olmasıdır.
Bilmem ki devam etsek mi?