Allah tasavvurumuz ya da Allah nerededir?

04:0010/06/2018, Pazar
G: 10/06/2018, Pazar
Faruk Beşer

Bunun boyumuzu aşan bir mesele olduğunu biliyorum. Niyetim zihni fantezi yapmak da değil. İnsanlar sıkça sordukları için, en azından kendimizi naslar çerçevesinde ikna edecek cevabımız olmalı diye düşünüyor ve anladıklarımı söylemek istiyorum. Pozitivist ve rasyonalist kültür ve yapılanma bizi buna mecbur ediyor. Başlangıçta kelamcıların bu konuda konuşmaları da böyle bir zaruretten kaynaklanmıştı.Dinin ve insanoğlunun bulunduğu her yerde böyle bir sorunun akla gelmesi kaçınılmazdır. En azından

Bunun boyumuzu aşan bir mesele olduğunu biliyorum. Niyetim zihni fantezi yapmak da değil. İnsanlar sıkça sordukları için, en azından kendimizi naslar çerçevesinde ikna edecek cevabımız olmalı diye düşünüyor ve anladıklarımı söylemek istiyorum. Pozitivist ve rasyonalist kültür ve yapılanma bizi buna mecbur ediyor. Başlangıçta kelamcıların bu konuda konuşmaları da böyle bir zaruretten kaynaklanmıştı.



Dinin ve insanoğlunun bulunduğu her yerde böyle bir sorunun akla gelmesi kaçınılmazdır. En azından yeni Müslüman olmuş sahabiler de Resulüllah Efendimiz’e böyle bir soru yöneltmişlerdi. Taptıklarını somut olarak görmeye alışık, cahiliye kültüründen gelen bu insanlar; ‘peki, bizim Allah’ımız nerede?’ diye sormuşlardı. Bu soruya cevap olarak gelen ayeti kerime ilginçtir: ‘Kullarım sana beni sorarlarsa bilsinler ki, ben çok yakınım. Dua edenin duasına icabet ederim’. Yani uzaklarda değilim. Ama bu yakın olma nasıl bir yakınlıktır? Zaten mesele de buradan başlıyor.

Bu soruya cevap bulabilmek için, öncesinde bazı şeyleri de bilmemiz gerekiyor. Resulüllah zamanında böyle münferit sorular sorulmuş olsa bile bu konu bir mesele olarak tartışılmamıştı. Onların katıksız ve şüphe içermeyen imanları için Resulüllah’ın, bu konu böyledir, buyurmuş olması onlara yetiyordu. Akıllarını karıştıracak felsefi tartışmalar yoktu. Onun için onlar böyle akli izahlara ihtiyaç duymuyorlardı. En azından ilk üç nesil böyle devam etti. Müslümanların başkalarıyla, başka dinler ve tanrı anlayışlarıyla temasa geçmeleri sonucunda farklı düşünceler zorunlu ve tabii olarak kafaları karıştırmaya başladı. Bunun sonucunda da bir tepki olarak Kelam ilmi doğdu ve bu itirazlara cevap verme gereği hissedildi. Ama bunu yaparken Müslümanlar da bu farklı fikirlerden bir ölçüde etkilendiler. İslam düşüncesi içerisinde Allah tasavvurları farklı fırkalar ve düşünceler ortaya çıktı. Başlangıçta herkesin hedefi Allah’ı en iyi şekilde tanımak ve tanıtmaktı. Ama sonra bunlar ideolojik kamplaşmalara kadar gitti. Çünkü insanda ona kendi düşündüğünün en doğru olduğunu fısıldayan bir damar vardır. Bu damarın bir ucu nefsin/benliğin elinde ise, bir ucu da şeytanın etki alanındadır. İnsan bir şeyi kabullenip iman haline getirdikten sonra düşündüğünün yanlışlanmasını kolay kolay kabul edemez. İnsanda haşa, sanki ulûhiyet geni vardır.

Ancak Ehlisünnet’in ana gövdesindeki kelamcıların hepsinin hedefi Allah’ı olduğu gibi anlamak ve anlatmaktı. Tenzih, hepsinde hâkim düşünce idi. Yani Allah için yakışık almayan fikirleri O’ndan arındırmaya çalışıyorlardı. Tespih de yaklaşık aynı anlamdadır. Dindarlık için bu çok önemli bir başlangıçtı. Hatta bütün dinlerin en önemli ve öncelikli meselesi tanrı tasavvurudur denebilir. Burada tanrıyı, gücüne ve kudretine inanılan her hangi bir varlık anlamında kullanıyorum. Yoksa Allah için mutlak anlamda tanrı denmesinin uygun olmadığı kanaatindeyim. İşin bir ucundaki Mutezile esma ve sıfat konusunda Ehlisünnet’in ana gövdesinden farklı düşünürken de, Öbür ucundaki İbn Arabi vahdeti vücut derken de muhtemelen aynı tenzih hassasiyetiyle bu fikre varmışlardı. Ama Ehlisünnet kelamcıları bu iki ucu aşırı buldular ve ana damarı korumaya özen gösterdiler. Allah tasavvuru konusunda bu iki uca göre daha yalın ve iptidai olan teşbih ve tecsim, hatta tatil fikri diğerleri kadar dişli görülmedi ve daha kolay aşıldı. Teşbih, Allah’ı yaratılanlara benzeten, Tecsim yine buna yakın olarak O’nu bir cisim gibi düşünen, Tatil ise Deizmde olduğu gibi, O’nu yaratmakla işi bitmiş ve işlevsiz kabul eden anlayışlardır.

Konuyu elimizde olmadan dağıttık ve cevaba gelemedik. Bunu bir sonraki yazımıza bırakalım.

Kadir Gecesi

Bu akşam Kadir Gecesi. Allah’ın ‘bin aydan hayırlıdır’ diye lütuf ve ikramda bulunması üzerinde düşünmeliyiz. Bu gerçekten engin bir rahmetin belirtisidir. Düşünmek isteyenlerimiz için Kadir Gecesi’nin fazileti hakkında duyduklarımız bize yeter. Sadece iki şeyi hatırlatmak istiyorum: Kadir Gecesi çok büyük ihtimalle Ramazan’ın yirmi yedinci gecesidir. Bu sene Türkiye Ramazan’a doğru günde başladığı için önümüzdeki gece kesin yirmi yedinci gecedir. Elmalılı’nın ispat için olmayan, ama gönül okşayan/istinasî şu tespitini de hatırlatmak istiyorum:

Kadir suresinde üç defa tekrarlanan, Kadir Gecesi anlamındaki ‘leyletü’l-kadr’ ifadesinin harflerinin toplamı yirmi yedi olması, keza aynı surede Kadir Gecesi’ni gösteren ‘hiye/o’ zamirinin, sure­nin yirmi yedinci kelimesi olması, onun yirmi yedinci gece olma ihtimalini güçlendirir.

Resulüllah’ın Ramazan’ın son on gününü itikâfa girip o geceleri cehd ve gayretle geçirmesi, Kadir Gecesi’nin hem bu günlerde olduğuna, hem de kesinlikle bir geceye tahsis edilemeyeceğine işaret eder.

Uyanışa ve berekete vesile kılınması dualarımızla, mübarek olsun.

#Kadir Gecesi
#Tasavvuf