Akıl gönül dengesinin organ nakliyle ne alakası var?

04:002/11/2018, Cuma
G: 2/11/2018, Cuma
Faruk Beşer

Telefonlarımıza ‘akıllı telefon’ diyoruz, neden? Çünkü pek çok fonksiyonu var, sayamayacağımız kadar işler beceriyor. Bulmak istediğimiz bir bilgiyi iki tuşla bulup getiriyor.Gerçi bunun için zeki demek daha uygun olmalı, akıl daha başka bir şey. Yine de böyle telefonlar ya da bilgisayarlar insanın minicik bir örneği olarak görülebilir. İnsanda o kadar çok özellik var ki, bu telefonlarla ya da bilgisayarlarla kıyası bile kabil değil.İnsanda bilgileri algılayan ve süzen mekanizmalar ve bunların farklı

Telefonlarımıza ‘akıllı telefon’ diyoruz, neden? Çünkü pek çok fonksiyonu var, sayamayacağımız kadar işler beceriyor. Bulmak istediğimiz bir bilgiyi iki tuşla bulup getiriyor.


Gerçi bunun için zeki demek daha uygun olmalı, akıl daha başka bir şey. Yine de böyle telefonlar ya da bilgisayarlar insanın minicik bir örneği olarak görülebilir. İnsanda o kadar çok özellik var ki, bu telefonlarla ya da bilgisayarlarla kıyası bile kabil değil.

İnsanda bilgileri algılayan ve süzen mekanizmalar ve bunların farklı araçları var. Akıl bir bilgi edinme ve algılama yolu. Ancak yegâne yol değil, ışınları renklere ayıran prizmalar gibi, aklın algıladığı bilgi sadece bir renk. Sırf onunla bilgilenmeye kalkıştığınız zaman sadece o belli bir renkten haberiniz oluyor. Anlamaya çalıştığınız şeyi hep o renkte görüyorsunuz. Gönül de öyle, o da aklın hiç kavramadığı başka renkleri algılar.

Kuranıkerim gönle bazen kalp, bazen fuâd der. Akıl aslında insandaki maddi bir organ yani cevher değil, kalp ile anlamaya başlamanın bir ön istasyonu. Ya da akıl kalbin bir fonksiyonu, belki bir araz. Kalp ise isminden de anlaşılabileceği gibi inkılab edebilin, kararından dönebilin bir cevher. Bu sebeple sadece kalbin ya da aklın kararı nihai bilgi sayılamaz.

Ancak kalbi göğsümüzdeki kozalakımsı et parçası olarak da görmemek lazım. Bilgi edinme aracı olarak kalp vücuttaki bir organ mı, ya da bir organın, hatta birden çok organın ortak bir fonksiyonu mu belli değil. Beyinle de, göğüsteki o kozalakımsı et parçasıyla da alakalı olabilir.

Buradan bakınca bazen benim aklıma şöyle muziplikler gelir: Bugün organı alınıp nakledilecek insanın beyin ölümü gerçekleşmiş ama kalbi hala atıyor/canlı olması gerekli görülür. Ama acaba mutlak ölüm beyin ölümüyle olan ölüm müdür? Kuranıkerim’de kalbe vurgu yapılması sanki bunun böyle olmadığına, tam bir ölümün ancak kalbin durmasıyla gerçekleşeceğine işaret ediyor olabilir. O safhada da organ nakli yapılamayacağına göre bu uygulama da tehlikeye girmiş olur. Merak edilmesin, şimdilik organ nakli caiz değildir diyemiyorum, ama insana saygı açısından organ naklinin çok gerekli görülmesi acaba diğer bir insana saygısızlık olmaz mı? Dedim ya bendeki sadece muzipçe bir iz sürme, karar ve hüküm vermiyorum. Tıpta da son zamanlarda benim gibi muzipçe düşünenler ve beyin ölümünün gerçek ölüm olmadığını dillendiren bilim adamları ortaya çıktı. Bu konu başka bir konu, aslında burada organ naklini anlatmak istemiyoruz, sadece araya girip muziplik yapmış olduk.

Fuâd da kalp demektir ancak fuâd kelimesinin kökünde yakma ve kızartma manası da bulunduğunu hesaba katarsak sanki kalbin bir sonraki kademesi olarak edinilen bilginin çok duyarlı ve hassas bölgede akideye dönüşecek şekilde kalıcı hale gelmesi, CD gibi yakılıp sabitlenmesi demek olabilir. Bu bakımdan fuâd insanın alıcılarının en son ve hassas bölgesidir. Miraç olayında Allah, kendi resulü için: ‘Gönlü de gördüklerini yalanlamadı (Necm 11)’, yani gözüyle gördüğünü fuadı da onayladı buyurur. Keza, ‘biz sana fuadını sabitleyecek kıssalar anlatıyoruz (Hûd, 120)’ dendiğine göre fuâd kalbin son ikna mercii olmuş olmalıdır.

Bunları da sonraya bırakalım, bizim burada demek istediğimiz sadece şu idi: İnsanı bir bütün olarak düşünüp onun her özelliğini hesaba katmazsak hakikate ulaşamayız. Sırf akılla yol alırsak kör bir rasyonalizme, sırf gönülle gidersek karanlık bir batıniliğe kayarız. İslam denge dini olduğuna göre, akıl ile gönlün dengesini kurmamız gerekir. Kategorik olarak Batı aklı öne geçirerek, Doğu da gönlü öne çıkararak bu dengeyi bozmuş oldu. Bizde de kelam ve tasavvuf kitaplarında bu dengesizlik görülür. İslam bütün melekelerin dengelendiği noktadadır. Tefekkür, ilim, heyecan, amel ve bunların hepsinin ortak meyvesi aksiyon yani ahlak olarak ortaya çıkar. Asıl hedef, bilginin insanı dönüştürmesi, yani ahlaktır. Bu dengesizlik bu gün cemaatlerimizde ya da gruplarımızda da var, biri kuru akılcılığı, diğeri bilinçsiz bir cihadı, bir başkası uzleti almış gidiyor. Biri sadece ilim, diğeri sadece zikir diyor. Mevlana ya da Yunus dinin sadece bir yönü olabilir. Oysa bizim Razi, İbn Haldun, ya da Salahaddin Eyyubi ve Fatih’lere de ihtiyacımız var. Acıkan insana yemek verilir, susayana da su. Dinin güler yüzü elbette asıl olandır, ama onun kahrı ve gazabı da olmalıdır ki hayatı bütünüyle kuşatmış olsun.

#Akıl
#Gönül