Fıkıh, Kur’an-ı Kerim ve Sünnet ışığında hayatı ve fiillerin hükümlerini anlamanın ve anlamlandırmanın adıdır. Bir şeyin hükmü naslarda açıkça bildiriliyorsa biz ona olduğu gibi inanır ve alırız. Naslarda bulunmakla beraber hükmü açık değilse, bilimden de yararlanarak o nassı yorumlamaya çalışırız.Bu da olmazsa hükmünü vereceğimiz şeyin kâr-zarar yani maslahat-mefsedet hesabını yaparız.Zararlı olana haram, zararı kârına eşit olana mekruh, kârı/maslahatı çok olana da mubah/helal deriz.Meselenin anlaşılması
Fıkıh, Kur’an-ı Kerim ve Sünnet ışığında hayatı ve fiillerin hükümlerini anlamanın ve anlamlandırmanın adıdır. Bir şeyin hükmü naslarda açıkça bildiriliyorsa biz ona olduğu gibi inanır ve alırız. Naslarda bulunmakla beraber hükmü açık değilse, bilimden de yararlanarak o nassı yorumlamaya çalışırız.
Bu da olmazsa hükmünü vereceğimiz şeyin kâr-zarar yani maslahat-mefsedet hesabını yaparız.
Zararlı olana haram, zararı kârına eşit olana mekruh, kârı/maslahatı çok olana da mubah/helal deriz.
Meselenin anlaşılması ilave bilgiye, mesela bilime ihtiyaç duyuruyorsa işin ehline sorarız. Bilim bize kesin ya da kesine yakın bilgi veriyorsa hükmümüzü o bilgiye göre veririz. Ancak bilimin ürettiği bilgi de her zaman kesin değildir.
Bilim de bazen yeni bulgularla kanaatini değiştirir. O halde bilimin her ulaştığı bilgi mutlak doğru kabul edilemez.
Bu usul bilgilerine göre organ nakli meselesini yeniden düşünürsek, konunun naslarda bulunmadığını, o halde bilimden bilgi almak zorunda olduğumuzu anlarız. Uzun zamandır bilim bize organ naklinin hem mümkün olduğunu hem de insan hayatını kısmen de olsa kurtarıp uzattığını söylüyor.
Buna binaen fukaha da: “Öyleyse organ nakli caizdir, hatta gereklidir, çünkü bir insanın hayatını kurtarmak bütün insanlara hayat vermek gibidir” diyor.
Biz de böyle diyoruz. Ancak bilim ilerledikçe ve hür düşünce derinleştikçe meselenin başka boyutlarının olduğunu da görüyoruz. Anlatalım:
Organ nakli ameliyesi büyük ölçüde beyin ölümü esası üzerine kuruludur.
Organı alınabilmesi için kişinin beyin ölümü gerçekleşmiş ama kalbi hala çalışıyor olmalıdır. Beyin ölümü gerçekleşenlerden şu ana kadar geri dönen olmamıştır. O halde beyin ölümü gerçek ölümdür. Böyle bir hastanın henüz kalbi durmadan bazı organlarını alır, yaşayabilmesi bu organlara bağlı olan diğerlerine verir, onların yaşamasını sağlarız.
Bir bilim olarak tıbbın söylediği budur. Biz de tabiplere, öyleyse buyurun yapın diyoruz.
Tıbbın böyle söylüyor olması, bir insanın organı tamamen ölmeden alınmaz kabulünü de içerir.
Acaba mesele bu kadar basit midir? Akla gelen soruların ve sorunların ikna edici ve insan onuruna yakışır cevaplarının bulunması gerekmez mi?
Bir defa beyin ölümünün nihai ve tartışılmaz ölüm olduğu düşüncesi bugün artık kuşkuyla bakılır hale gelmiştir.
Çünkü aksini söyleyenler de vardır. Sonra var sayalım ki, beyin ölümü gerçekleşenlerden şimdiye kadar geri dönen olmadı. Önce bu, mantıksal olarak bundan sonra da olmayacağı anlamına gelmez. İkinci olarak, bu halden geri dönen olmaması beyin ölümünün gerçek ölüm olduğunu da göstermez. Mesela uçaktan düşenlerden ahiç kurtulan olmamış olmaması, birisinin uçaktan düşer düşmez öldüğü anlamına gelmez. O yere düşüp parçalanıncaya kadar canlıdır.
Beyin ölümü, ölüm sürecine girildiği anlamına gelebilir ama o gerçekleşse de diğer bütün organları istop edinceye kadar insan neden canlı sayılmasın? O sadece beyinden ibaret midir?
Ondan sonra da zaten organları alınamaz. Bunda da bir hikmet aramak gerekir. Sonra beyin ölümünün gerçek ölüm olduğunu söyleyen tıp bilimidir. Oysa ölümün sadece tıbbi yönü yoktur. Hukuku da dini de biyolojiyi de hatta psikolojiyi de ilgilendirir. Onların da bu duruma ölüm demiş olması gerekir. Oysa bugün için bunu söylememiz mümkün değildir.
Mesele insan denen varlığın değeri ile de ilgilidir. İnsan nedir?
Ölmek üzere olan bir insana, ölen bir diğerinin organı takılıp onu birkaç yıl daha yaşatmak mı, yoksa mükerrem ve her biri biricik olan insanın öldükten sonra bile bir organının yedek parça gibi alınmaması mı ona daha çok değer verme anlamına gelir. Çünkü organ nakli ameliyesi ölen insanın bittiği ve artık bir cüsseye dönüştüğü düşüncesine dayanır.
Ölüm bir bitiş ve yok oluş mudur, yoksa başka bir varlık boyutunda yeni bir hayatın başlangıcı mıdır?
Biz şahsen kalp çalışırken beyin ölümünün nihai ölüm sayılamayacağı kanaatindeyiz. Bunu tıp bilim adamlarından da dile getirenler, az da olsa bulunduğuna göre, burada en azından bir ihtimal vardır.
Böyle bir ihtimal bulundukça insan nasıl öldürülebilir?
Çünkü kalbini almak onu nihai olarak öldürmektir.
Kur’an-ı Kerim kalbe beyinden çok daha fazla fonksiyon yükler.
Bu sadece dini bir kabul değildir. Bugün artık beynin bilgi edinme ve depolama fonksiyonuna karşılık son kararın verilmesinde duyguların da devreye girdiği bilinmektedir.
Duyguların mekânı da kalptir. O halde kalp durmadan hayatın sona erdiğine karar verilmemelidir.
Bu görüşlerimiz elbette din değildir, dini anlamak için bir sesli düşünmeden ibarettir.
#Kur’an-ı Kerim
#Fıkıh
#Bilim