Din tartışılamaz mı?

04:0011/03/2022, Cuma
G: 11/03/2022, Cuma
Faruk Beşer

Böyle deyince din nedir sorusunun cevabını da bilmemiz gerekir. Din adına söylenen, yazılan çizilen her şey din midir? On beş asır boyunca yazılmış on binlerce cilt tefsir, hadis, fıkıh ve kelam kitabı var. İçlerindeki tekrarları atsanız yine de en az bin cilt kalır.Bu bin ciltlik bilginin hepsi itiraz edilemez din midir?Geleneği bir kalemde çizip atanların yanında, onu koruyalım derken geçmişte söylenip yazılan ne varsa hepsine sıkı sıkıya sarılanlar da var. Böyle iki ucun bulunması bile meselenin

Böyle deyince din nedir sorusunun cevabını da bilmemiz gerekir. Din adına söylenen, yazılan çizilen her şey din midir? On beş asır boyunca yazılmış on binlerce cilt tefsir, hadis, fıkıh ve kelam kitabı var. İçlerindeki tekrarları atsanız yine de en az bin cilt kalır.
Bu bin ciltlik bilginin hepsi itiraz edilemez din midir?

Geleneği bir kalemde çizip atanların yanında, onu koruyalım derken geçmişte söylenip yazılan ne varsa hepsine sıkı sıkıya sarılanlar da var. Böyle iki ucun bulunması bile meselenin bir de ortasının olması gerektiğini gösterir.

Şunu tekrar söyleyelim: Gelenek-modern, gelenekçi-modernist ayırımını din ve dindarlar söz konusunu olduğunda hiç hoş karşılamadım.
Dışınızdan birileri böyle bir ayırım yapıyor, siz de kendinizi başkalarının belirlediği bu kategorilerden birine koymak zorunda kalıyorsunuz, demek ki ben gelenekçiyim ya da modernistim diyorsunuz. Biz böyle değiliz. Biz bulunduğumuz asırda İslam’ı en iyi anlayıp yaşamak isteyen Müslümanlarız. Bunun için hem günümüzü hem geçmişi iyi bilmemiz gerektiğinin farkındayız. Geleceğe dair de ufkumuzun olması gerekir. Bizi en iyi anlatan vecize şudur: “Biz kökü mazide olan âtiyiz”.
Şöyle bir değişimi herkesin fark ettiğini sanıyorum:

Gelenekçiliği kabullenenler ya da kendilerine gelenekçi denenler bile ölçüsüz bir muhafazakârlığın dini artık muhafaza edemeyeceğini anlıyorlar ve görüşlerini bir ölçüde esnetmek zorunda kalıyorlar. “Modernistler”de ise orta çizgiye yaklaşma daha yavaş seyrediyor.

Şimdi tekrar sorumuza gelelim; din nedir? Aslı itibariyle din, bütün peygamberlerde hiç değişmeden süregelen temel iman esaslarıdır. İmanın altı şartı bunu formüle eder.
Hz. Âdem’den Resûlüllah Muhammed’e (sa) bu esaslar hep aynıdır ve İslam diye isimlenir. İbadetler ise bu imanın gereğidir ve her dinin kendi sabitesi olmakla beraber bir peygamberden diğerine değişebilir. Şeriat denen çoğu dünyayı düzenlemekle ilgili diğer hükümler ise zaten her peygamber için farklıdır. Şeriatı hukuki alan olarak düşündüğümüzde bizim şeriatımızda da insan aklı ile anlaşılıp belirlenmiş içtihadî hükümlerde zamana ve mekâna bağlı değişiklikler olabilir, olmak zorundadır. “Ezmanın tağayyürü ile ahkâmın tağayyürü inkâr olunamaz”.
Böylece önümüze üç alan çıkmış oluyor: Din (akide), ibadetler ve hukuki hükümler. Bunların hangisi hakkında ne ölçüde fikir beyan edebiliriz?

Elbette burada yorumla eleştiriyi de birbirinden ayırmak lazım. Asılları bozmadıktan sonra onları anlamada farklılıkların olması da kaçınılmazdır.

İmdi, din ve ibadet sayılan alanda asılları bozan bir fikir beyan edilemez. Ama böyle olması kişilerin bu konuları kabul etmek zorunda olduğu, kabul etmezse hayat haklarının bulunmadığı anlamına gelmez. Bunların varlığını ve gereğini tartışan, bu tartışmayı Müslüman olarak yapamaz anlamına gelir.
Peki, Müslüman olmamayı göze alarak yaparsa ne olur?
Ya da bunlardan birinin varlığına inanamadığı, ya da bu konuda tereddütleri bulunduğu için aksi fikir beyan ediyorsa din buna da izin vermez mi? Ben şahsen kişi düşünceleriyle hakaret ve düşmanlık hedeflemedikçe dünyevi cezalar açısından dinde böyle bir yasağın bulunduğunu bilmiyorum. Vaktiyle benim Güney Koreli Omar Tan Yun diye bir arkadaşım vardı. Müslüman olmuş ancak geldiği noktada, ben Allah’ın varlığına inanamıyorum demeye başlamıştı. Onunla bunu tartışıyorduk. Bir Müslüman bu hale düşerse ya da zaten Müslüman olmayan birisi böyle derse onu susturmamız mı gerekir? İşte dine dayanarak bunu söylememiz mümkün gözükmüyor.
Çünkü böyle bir hakkı insana bizzat Allah (cc) veriyor; “Dileyen iman etsin dileyen inkâr etsin”
. Arkasından da dünyevi değil uhrevi bir yaptırımdan söz ediyor: “Ama biz zalimlere öyle bir ateş hazırlamışızdır ki dış çeperleri onları kuşatır. İmdat dilediklerinde imdatlarına yüzleri haşlayan erimiş maden gibi bir su yetişir! Ne kötü bir içecek ve ne fena bir mekân!” (18/29). İnkar eden zalimdir. O halde inanmayan bunu göze almalıdır. Ona da inanmıyorum derse bizim yapacağımız bir şey kalmaz, hakikatin ortaya çıkması için mahkeme-i kübrayı beklememiz gerekir.
Meseleyi bir fıkra ile yumuşatalım: Cenazeyi defnetmişler, talkın verecek hoca bulamamışlar,
sakallı gördükleri birisine rica etmişler ama o da bilmiyormuş. Siz şöyle uzaklaşın ben onu hallederim demiş. Herkes uzaklaşınca “Ey Ahmet oğlu Mehmet! Ben talkın filan bilmem, bildiğim şudur: Aldıysan verirsin, verdiysen alırsan, inanmıyorsan gider de görürsün. Hadi bana eyvallah” demiş.
#din
#hadis
#fıkıh