“Bitmez gibi bir zevk verirken beste”...

04:004/02/2022, Cuma
G: 4/02/2022, Cuma
Faruk Beşer

Şu beyit bana çok anlamlı gelir, “Bitmez gibi bir zevk verirken beste, bir tel kopar ahenk ebediyyen bozulur”. Hiç ummadığınız bir anda, hiç beklenmedik olaylar bütün hesaplarınızı alt üst edebilir ve ne yapacağınızı, kısaca feleğinizi şaşırırsınız.“İnsan bu meçhul” ve insan bu “cehûl”, yani bilmemekte ısrar eden. Oysa insanın cirmi ne ki cürmü ne olsun? Karmakarışık duygular ve envaı türlü programlarla dopdolu bir varlık. Bütün alemlerin orta noktasını oluşturuyor. Yaratılanların merkezinde insan

Şu beyit bana çok anlamlı gelir, “Bitmez gibi bir zevk verirken beste, bir tel kopar ahenk ebediyyen bozulur”. Hiç ummadığınız bir anda, hiç beklenmedik olaylar bütün hesaplarınızı alt üst edebilir ve ne yapacağınızı, kısaca feleğinizi şaşırırsınız.

“İnsan bu meçhul” ve insan bu “cehûl”, yani bilmemekte ısrar eden. Oysa insanın cirmi ne ki cürmü ne olsun? Karmakarışık duygular ve envaı türlü programlarla dopdolu bir varlık. Bütün alemlerin orta noktasını oluşturuyor. Yaratılanların merkezinde insan var.

Ömrümüz boyunca Allah’ın sayısız nimetlerini tüketiyoruz. Hiç hesaba katılmayan hava bile başta gelen nimetlerden, ama hiç farkında değiliz. Kanunî dünyaya hükmederken bir nefes sıhhattin bütün bir devlet gücünden, dünya mülkünden üstün olduğunu ancak hastalanınca anlamış. Sadi Şirazî işin aslını çarpıcı bir örnekle veriyor. Ne var ki bu bile tamamen kişisel ve anlık bir hissediş, anlayan başkasına anlatamıyor. Anlayabilmek için çok büyük bir aklî ve zihni faaliyet göstermeniz gerekiyor. Diyor ki, eğer her nimete bir teşekkür gerekiyorsa, o halde sadece nefes alıp verme nimeti için Allah’a günde kırk sekiz bin defa teşekkür borçluyuz. Çünkü, günde yirmi dört bin nefes alıyoruz, birini alamazsak zorlanırız ve o kadar da geri veriyoruz, veremezsek daralırız. Ama her tarafınız hava dolu olsa, siz onu soluyamadıktan sonra neye yarar?

Sadece bu mu? Küçük büyük ihtiyaçlarımızı rahat karşılayabilmenin ne kadar büyük bir nimet olduğunu, ancak bunda zorlanınca anlıyoruz Resûlüllah’ın bize Tuvalete girerken, “Allah’ım maddi ve manevi pisliklerden sana sığınıyorum” dememizi; çıkarken de “Sıkıntımı gideren ve beni tekrar huzura, afiyete kavuşturan Allah’a hamd olsun” dememizi istemesinin ne kadar da anlamlı olduğunu, ancak bu konularda sıkıntı yaşayınca anlıyorsunuz.

Yiyip içebilmemiz nimet, yediğimizi çıkarabilmemiz nimet ve ilginç olan; hayatımız boyunca kullandığımız nimetlerin ve sıkıntıların hesabını yapabilsek kesinlikle yüz bin nimete karşılık tek bir sıkıntı bile yaşamıyoruz, buna rağmen yüz bini görmeyip bire şikayetçi oluyoruz. Dert veriyor diye Allah’a karşı suizan ediyoruz. Şer problemine bu açıdan da bakmak lazım. İşte burada insanın hamurundaki nankörlük ve unutkanlık kendini gösteriyor. Yüz bin nimeti ve onu vereni unutuyor da sadece bir sıkıntıyı hatırlıyor.

İlginç olan bir başka husus da şu: Bütün bunlar insanın düşünebilmesinin sebepleri olarak yaratılmış. Buna rağmen en çok zorlandığımız konulardan biri nimet külfet ve sonuç ilişkisini düşünebilmek. Gereği gibi düşünemediğimiz için sonucun ne olacağını, biraz zorlanarak da olsa hesap edemememiz. Nefeslerimiz bitince ne olacağız? O bitme anı acaba sadece mevtanın başucunda bekleyenlerin sandığı gibi kısacık bir an mıdır? Yoksa o bizim bölünemeyecek kadar küçücük sandığımız zaman birimi bütün bir öbür dünyayı içinde barındıran farklı bir zaman mıdır? “Allah zaman içinde zaman yaratır” denmesi buna işaret ediyor olmalı.

Acaba o ânın ötesi çok mu kolay? Bu seyrüsefer bir şakadan ya da yanılsamadan ibaret mi? Biz o son anda neler oluyor bilmiyoruz ve düşünmeyi de beceremiyoruz. Sanki düşünmeyince kurtulacağımızı sanıyoruz. Bunun başımızı kuma sokmaktan farkı ne?

Ve bir başka ilginç nokta: Tıbbın bunca ilerlemesine, harikalar yapmasına karşılık ızdırap çeken hastanın baş ucundaki yakınları ve doktorlar bazen onun için hiçbir şey yapamıyor, bütünüyle çaresiz kalıp ümitsizce seyrediyorlar.

Bir milyon kez büyütüldüğünde ancak göze gelebilecek kadar küçücük bir virüs ya da mikrop, “şu küçük dağları ben yarattım, büyükler de babamdan kaldı” kibrindeki insanı yerden yere vuruyor. Bu kadar küçük bir varlığın içine, kâinat ölçeğindeki bu muhteşem sistemi yerleştiren yaratıcı ne muazzam bir varlık.

VE TEŞEKKÜR

Öncelikle sıkıntımızla pek çok koldan ilgilenen Sağlık Bakanımız Dr. Fahrettin Koca’ya, özel ilgisini eksik etmeyen Çam Sakura Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Mehmet Emin Kalkan’a ve Koordinatör Başhekim Prof. Dr. Nurettin Yiyit’e teşekkür etmemiz borçtan öte bir vefa görevidir. Bu işin Türkiye’deki nadir uzmanlarından Prof. Dr. Zeynep Karaali ise bu başarının asıl kahramanı.

Devletin böyle hastalıklara yaptığı astronomik harcamaları görmemek de en basitinden nankörlüktür.

Teşekkürü hak eden diğer arayıp soran zevata gelince, isimleri ne bu satırlara sığar ne de aralarındaki meratibe uyarak ben bunu hakkıyla başarabilirim. Bağışlamalarını dilediğim hocalarıma ve dostlara sıkışan ciğerimin ve kalbimin ta derinliklerinden teşekkür ediyorum.

#Fahrettin Koca
#Sağlık Bakanı
#Çam Sakura Hastanesi
#Zeynep Karaali