Sorumsuzca söylenen sözleri üzerine önceki yazımızda dinde eleştiri olmaz mı diye sorduk, anlama ve yorumlama ile muhalefet ve hakaret etmeyi de birbirinden ayırdık.Tefsirlerdeki bunca farklı fikirlere kimse kötü dememiştir. Çünkü farklı düşünebilme bir nimettir ve muhalifliğe/ temellerde ayrılığa dönüşmedikçe güzeldir.“Ümmetimin ihtilafı rahmettir” sözü hadis olmasa da İslam ümmetinin kültüründe oluşan, farklı düşünceler ortaya koyma anlamında doğru bir kabuldür.Kötü olan dinin asıllarında, kitabın
Sorumsuzca söylenen sözleri üzerine önceki yazımızda dinde eleştiri olmaz mı diye sorduk, anlama ve yorumlama ile muhalefet ve hakaret etmeyi de birbirinden ayırdık.
Tefsirlerdeki bunca farklı fikirlere kimse kötü dememiştir. Çünkü farklı düşünebilme bir nimettir ve muhalifliğe/ temellerde ayrılığa dönüşmedikçe güzeldir.
“Ümmetimin ihtilafı rahmettir” sözü hadis olmasa da İslam ümmetinin kültüründe oluşan, farklı düşünceler ortaya koyma anlamında doğru bir kabuldür.
Kötü olan dinin asıllarında, kitabın kendisinde ihtilaf etmedir:
“Allah bu kitabı hakikat olarak indirmiştir. Bu kitapta ihtilaf edenler derin bir ayrılık içindedirler (2/176).” Derin ayrılık, imana dokunan ayrılıktır.
Hayat bir oluş ve bozuluş, salah ve fesat sürecinden ibarettir. Müminin ve özellikle de alimin görevi ifsat değil ıslah olmalıdır. Bunu aslında herkes bilir ama çoğumuz böyle olmuyoruz ya da olamıyoruz. Böyle olamayınca da Müslümanların birlik olmasına yani vahdete muhalif sözler söyleniyor ve zaten ne yapacağını şaşırmış Müslümanlar birbirlerine düşürülüyor.
Böyle köklere taalluk eden aykırı sözler neden söylenebiliyor?
Bunun için bir düzine sebep sayılabilir ama en önemlilerinin şunlar olduğunu sanıyorum:
İnsan denen varlık, içinde şeytanın temsilcisi olarak güçlü bir ego/nefs taşır ve o da ona sürekli en büyük olduğunu fısıldar, onu ilahlaşmaya doğru sürükler. Bu duyguyu aşabilmek çok zordur.
“Nefsini kendi ilahı haline getirenleri görmüyor musun, Allah onları bilgilerine rağmen sapık kılar,
gözlerini, kulaklarını, kalplerini yani bütün algı/bilgi yollarını kapatır. Böyle olunca artık ona kim hidayet verebilir, bir düşünsenize” (45/23). Bu şeytani duygu her insanda bir nebze vardır, kimse bende yoktur demesin ama bundan ancak aklını ve imanını hevasına/nefsine galip kılanlar ve “Allah’ım, seni tesbih ederiz, senin öğrettiklerinden başka benim ne ilmim olabilir ki! (2/32). “Rabbim, aman kalbimi kaydırma!” (3/8) diye elini Allah’a uzatabilenler kurtulabilir.
İkinci sebep, yine buna bağlı olarak şöhret düşkünlüğüdür. Medya bugün bu duyguyu şeytanca körükleyip tahrik ediyor.
Dikkat edilirse mikrofon daha çok aykırı çıkışlar yapanlara uzatılır. Eskiler bu duyguyu, ‘hâlif, tu’raf’ aykırı ol ki tanınasın diye ifade ederlerdi.
Adam Zemzem kuyusuna idrarını yapmış, neden yaptın diye çıkışmışlar, yaptım ki artık benim adım unutulmasın demiş. İnsan bu, hep anılmak ister merkezde hep kendini görür.
Üçüncüsü cehalettir. İnsan bazen bilmediği halde bildiğini sanabilir
. Bunun çaresi de aynıdır, ayrıca bilenlerle sürekli müzakere ve istişare etmektir.
Elbette başka sebepler de vardır. Yanlışta ısrar edip güzel bir iş yaptığını sananlar da olur. Bunun çaresi de bildiklerinin doğru olup olmadığını bilenlerle test edebilme tevazuudur.
Bu hataları çokça yapanların ortak özellikleri şunlardır:
Zekâları ortalamanın üzerindedir ve karşıt saydıklarına göre zamana dair malumatları fazladır. Saldıranları fikri düzeyde rakip görmedikleri için kendilerini çok severler ve bu sebeple de yüceltirler. O halde buradaki suç sadece onların değildir. Yeni fikirlere hep karşı çıkıp ama bir alternatif getiremeyenler ve bunun için konforunu bozup okumayı beceremeyenler de onlar gibi suçludurlar.
Hak bâtıl mücadelesi ancak hakkın ortaya konulmasıyla kazanılabilir. “Bâtıl, hak geldiğinde yok olup gider”
(17/82). O muhalif fikirleri besleyenler, bir bakıma da o fikirlerin sahiplerine saldırıp kendileri yeni bir şey üretemeyenlerdir.
Çoğunluğunda zikir/ibadet eksikliği vardır. Zikirsizlik Allah’ı unutup hesaba katmama halidir.
“Kişi Allah’ı unutursa Allah da ona kendini unutturur” (59/19), aczini göremez. Zikrin başı, dosdoğru kılınan beş vakit namazdır (20/14). “Kalbini zikrimizden gafil kıldığımız, hevasına uyan ve işi aşırılık olana itaat etme” (18/28).
Ve en büyük eksiklikleri her ilim için gerekli olan usul bilgisinden yoksun olmalarıdır. Hatta anlamadıkları için usule bile karşı çıkanları, onu gereksiz görenleri
ve her şeyi dayandırdığını iddia ettikleri Kur’ân-ı Kerim’in dilini bile bilmeyenleri vardır.
Bu noktada ‘hadis usulü yalan söyleyebilmenin usulüdür’ diyenle, ‘Ben usul-musul bilmem, bizim sâdatımız bir sözü hadis diye kitaplarına almışsa o hadis bize göre sahihtir’ diyen arasında usulsüzlük ve o muhteşem usul külliyatını ve onu oluşturan ulemayı anlamama ve onlara saygısızlık etme açısından hiçbir fark yoktur. Bu her iki uç diğerinin varlık sebebidir. Biri olmasa diğeri de olmaz.