Ruh sağlığı

04:0011/10/2018, Perşembe
G: 11/10/2018, Perşembe
Erol Göka

Dün “Dünya Ruh Sağlığı Günü” idi. Bugün, buvesilesiyle, 25 yıl önce genç bir hekimken, “DünyaRuh Sağlığı Günü”nde, meslektaşlar topluluğuna yaptığım konuşmayı aktaracağım:“Ruha sahip olan yalnızca biz insanlar değiliz; zamanın da bir ruhu var. Zamanın ruhundan bahsetmek, bireyin tarih ve toplum tarafından kuşatılmış olduğunu, bu cendereden kolayca çıkamayacağını söylemek demektir... Her tarihsel dönemin ve her toplumun kendine göre bir ‘ruh’, ‘sağlık’ ve ‘ruh sağlığı’ anlayışı var; bunu biliyoruz.

Dün “Dünya Ruh Sağlığı Günü” idi. Bugün, bu

vesilesiyle, 25 yıl önce genç bir hekimken, “Dünya

Ruh Sağlığı Günü”nde, meslektaşlar topluluğuna yaptığım konuşmayı aktaracağım:




“Ruha sahip olan yalnızca biz insanlar değiliz; zamanın da bir ruhu var. Zamanın ruhundan bahsetmek, bireyin tarih ve toplum tarafından kuşatılmış olduğunu, bu cendereden kolayca çıkamayacağını söylemek demektir... Her tarihsel dönemin ve her toplumun kendine göre bir ‘ruh’, ‘sağlık’ ve ‘ruh sağlığı’ anlayışı var; bunu biliyoruz. Bugün de bir ruh sağlığı anlayışına sahibiz ama bu konuda konuşmak o kadar kolay değil. Zorluk, günümüzün durumundan kaynaklanıyor. Çinli bilgeler, eskiden birine beddua ederken ‘ilginç bir çağda yaşayasın’ derlermiş. Şimdi ilginç bir çağda yaşıyoruz.

İnsanlık, hiçbirimizin bilmediği bir yolda ilerliyor. Tarihin, toplumun, ailenin, sanatın sona erdiğini söyleyenler var. Bir yandan tüm dünya bir köye dönüşüyor; bilişim teknolojilerindeki inanılmaz değişiklikler sayesinde ‘bilme’ ve ‘haberdar olma’ arasındaki fark siliniyor; dev teknomedyatik aygıt, yaşamın tüm alanlarını belirliyor, bir yandan da bireyin özgürlüğüne ve haklarına dayalı yepyeni bir etik yayılıyor. Yaşam mekanları, şehirler, ulaşım yolları da olağanüstü bir değişim içerisinde... Bir yandan dev bir bilimsel bilgi birikimi, bir yandan aynı oranda artan spritüel eğilimler, yeni inanma biçimleri... Felsefesiz bu dünya; o nedenle, belli bir hastalık, dolayısıyla sağlık tanımı verilemiyor; her an her şey olabiliyor.

Bugün biz ruh sağlığı profesyonelleri, tıbbi bir model içerisinde çalışıyoruz; yani öncelikle anormal/hasta olanı bir biçimde belirleyip onu bir biçimde düzeltmeye gayret ediyoruz. Çabalarımıza doğa bilimin egemen yöntemi olan pozitivist-ampirisist bir bakış yön veriyor; yani araştırma nesnemizin kendi varlığımızdan ayrı olduğuna, her bir fenomene karşılık gelen tek bir kavram bulabileceğimize ve gerçeğe ancak ölçme ve değerlendirmeyle varabileceğimize inanıyoruz. Bu arada, söylemesi ayıp, bilimsel çabalarımıza kapitalizmin dev teknomedyatik aygıtının da etkide bulunduğu ileri sürülüyor. Bu konumumuz, birçok eleştiri alıyor; ben de bazı eleştirilere katılıyorum ama kesinlikle çalışmalarımızın bir süre daha tıbbi model içerisinde olması, tıbbi modelin de egemen bilimsel paradigmaya göre işlemesi gerektiğine inanıyorum. Böyle yapmazsak eğer, her türlü suiistimale açık bir kaosa sürükleneceğimizi düşünüyorum.

Uzun uzun tıbba ve psikiyatriye yöneltilen eleştirilerden bahsetmeyeceğim. Ancak bu eleştirilerin önemli olduğunu, eğer mesleki bir narsisizme kapılıp, zihnimizde eleştirinin yenileştirici gücüne yer açamazsak, bir süre sonra, bilim yapıyoruz diye bir yöntem bilgisini değişik veri yığınlarına uygulayıp duran teknisyenler olarak kalacağımızı hatırlatmak isterim.

Şimdi yapabilirsem eğer, yaşamla ilişkisinden yola çıkarak ‘ruhsal bakımdan sağlıklı olan insan”ı tanımlamaya çalışarak konuşmamı bitireceğim: ‘Ruhsal bakımdan sağlıklı olan insan’, yaşama sorumluluğunu üstlenebilen kimsedir. Hepimizin yaşama sorumluluğunu üstlenme biçimimiz var; önemli olan bu biçimi keşfetmemiz ve geliştirmemiz. ‘Ruhsal bakımdan sağlıklı olan insan’, yaşama korkusunu yenmiştir, hayatla baş edebilmektedir. Hayatla baş edebilmenin yolu, yaşamda hep var olan paradoksları yaratıcı biçimde ele almaktır. “Olma cesareti”, kesinlikle belli ölçülerde risk almayı gerektirir. Ancak yalnızlığımızı gerçekten kabul ettiğimizde, başkalarıyla daha yakın ilişkiler kurabiliriz. İnsan, sınırlılıklarını ve zorunluluklarını açıkça anlayıp, kendisine

tiraf ettiği zamandır ki, özgürlük duygusu imkân dahiline girer.

Yaşamak, olsa olsa bir sanattır; her sanatta olduğu gibi sanatçılık ancak pratik deneyimle kazanılır; sanatın sırlarına, kendine özgü stile ancak birçok denemeden sonra ulaşılır; yıllar alan çabalardan sonra ustalaşılır. ‘Ruhsal bakımdan sağlıklı olan insan’, yaşama sanatını becerebilir ama aynı zamanda varoluşsal bunaltıyla yaşayabilir. Bilir ki; hayat üzerinde tam bir denetim asla sağlanamaz, ölümden kaçılamaz, belirsizlik ortadan kaldırılamaz.

‘Ruhsal bakımdan sağlıklı

olan insan’, otantik (hasbi) bir yaşama yolunu seçebilen kimsedir. Otantik yaşam, dilediğince haz almak için yaşamak değil, sorumluluklarını alarak kendi yaşamının kurallarını koymak demektir. Hiçbirimizin elinde mutluluğa giden kapıları açacak bir maymuncuk yoktur; insan, yaşamın türlü çeşit kapılarını açmayı kendisi öğrenmek zorundadır…”

Yıllar içinde bakışımın aslı aynı kaldı ama söyleyiş biçimim ve üslubum değişti. Artık ruhsal bakımdan sağlıklı insan sorulduğunda dört yıl önce bu köşede yazdığım gibi cevap veriyorum:
#Ruh sağlığı
#psikoloji