2012 yılı Mayıs ayında Ergenekon davasında tanık olarak katıldığım duruşmanın ikinci gününde usul gereği sanık avukatlarının sorularını cevaplıyordum.
Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un avukatı müvekkilinin “Ergenekon terör örgütü üst düzey yöneticisi” olarak suçlanması karşısında düşüncelerimi sorması üzerine üzücü bir durum olduğuna işaret etmiştim. Tamamen insani duygu ve düşüncelerimin tezahürü olarak Genelkurmay Başkanlığı görevinde bulunmuş bir kişinin terörist olamayacağı varsayımıyla bu cevabı vermiştim. Üzüntümün asıl sebebi ise İlker Başbuğ”un şahsı ile ilgili olmayıp, temsil ettiği Genelkurmay Başkanlığı”nın kurumsal kimliğinin yıpratılmaması amacına yönelikti. Ancak aynı hassasiyeti İlker Başbuğ o süreçte ve sonrasında gösterememişti. Bedrettin Dalan’a ait İstek Vakfı arazisi içinde yapılan kazılarda ele geçirilen silah ve mühimmatlar arasında bulunan boş law silahı için “Sadece askerde yok, poliste de var” demişti. “Bu polislere ait olduğu anlamına gelmez ama askere dönük doğrudan suçlamaların doğru olmadığını gösterir” şeklinde açıklamada bulunmuştu. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün kurumsal kimliğinin açıktan hedef alındığı 28 Şubat darbecilerinin bile kurumlar arası ahengi bozabileceği kaygısıyla dillendiremedikleri sorumsuzca yapılan bu söylemin dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ tarafından yapılması o dönemin kendine has konjonktüründe Ergenekon sanıklarına yönelik bilinçli bir gönderme olarak değerlendirilebilir. Başbuğ bu açıklama ile birlikte Albay Dursun Çiçek imzasını taşıyan “İrtica”yla Mücadele Eylem Planı”na’’ ilişkin fotokopi belgeyi ’’kâğıt parçası” olarak değerlendirerek, TSK”ya medya üzerinden asimetrik psikolojik harekât yürütüldüğünü de ileri sürmüştü. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı gibi Başbuğ bu eylemlerin arkasında polis içine sızmış FETÖ’cülerin olduğu bilmiyordu herhalde! Bilseydi Emniyet Genel Müdürlüğü’nün kurumsal kimliğini hedef almak yerine direkt FETÖ’ye işaret ederdi diye düşünmüştüm. Ancak yıllar sonra yanıldığımı anladım.
Zira, Başbuğ’un yakın bir zaman dilimi içinde katıldığı bir canlı yayında yaptığı açıklamada ‘’FETÖ’nün siyasi ayağının’’ 2009 yılında 25 Haziran’ı 26’sına bağlayan gece yarısı TSK ile ilgili bir kanun teklifini hazırlayıp Meclis’e getiren milletvekilleri olduğunu iddia etmişti. Bahsedilen yasa teklifinde ’’Askeri şahıslar askeri mahalde işlediği suçlarda dahi özel yetkili mahkemelerde yargılanacaktı.’’ Başbuğ yıllar sonra bu kez de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın deyimiyle ’Parlamento’nun onuru ile oynayarak TBMM’yi zan altında bırakmıştı. Başbuğ bu açıklamalarıyla vesayet dönemini mi arzulamaktaydı? Başbuğ kendi ifadesiyle ‘14 Haziran 2009’da verdiği sözü tutarak ‘FETÖ ile mücadele’ kapsamında hareket ettiğini ifade etmektedir. Ancak bu açıklama ne kadar gerçekleri ifade etmektedir?
24 Nisan 2007 tarihinde Tuncay Özkan tarafından dönemin KK Komutanı İlker Başbuğ’a verilen flash bellek Hava Kuvvetleri Komutanlığı’ndaki FETÖ’cü askerler ve mahrem imamları dolayısıyla Hava Kuvvetleri İmamı Adil Öksüz’ü de deşifre ediyordu. Oysa 2006 tarihinde İzmir’de FETÖ’cü bir asker tarafından düşürülen flash belleğin 1’inci örneği Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na teslim edilmişti. Tuncay Özkan’ın flash belleği İlker Başbuğ’a verdiği 24 Nisan 2007 doğrusu ilginç bir tarih. Zira TSK tarafından iktidara 3 gün sonra 27 Nisan 2007’de E-Muhtıra verilmişti. 2006 yılında İzmir’de flash belleği düşüren FETÖ’cü askerin kimliği FETÖ tarafından biliniyor olmasına karşın Tuncay Özkan’a flash belleğin 2’nci örneğini getiren kişinin kimliği bilinmiyor. 27 Nisan E-Muhtırası’ndan yalnızca 3 gün önce bu flash belleğin 2’nci örneğinin Özkan aracılığıyla TSK’nın üst düzey yöneticilerine iletilmesi asla bir tesadüf olamaz. Zira 2006 ve 2007 tarihlerinde Hava Kuvvetleri Komutanlığı ve İlker Başbuğ’a teslim edilen ‘flash disk’ler çözümlenerek hukuki gereği yapılsaydı Türkiye muhtemelen kumpas davalarıyla karşı karşıya kalmayacaktı. Güçlü bir olasılıkla başarısızlıkla sonuçlanmış 7 Şubat MİT, 17/25 Aralık hukuk örtüsü altına gizlenmiş yargı ve polis darbe teşebbüsleriyle 15 Temmuz Türkiye’yi işgal ve iç savaş çıkarmaya yönelik kanlı kalkışma da gerçekleşmeyecekti. Bu nedenle Adil Öksüz’ü deşifre eden flash belleğe vakıf TSK içindeki üst düzey askerlerin neden bu önemli delil ve belgelere rağmen etkisiz kaldıkları da araştırılması gereken önemli bir konu sanırım. İşin en ilginç yanı ise Tuncay Özkan ve İlker Başbuğ 15 Temmuz Kalkışması’nı araştıran TBMM Darbe Araştırma Komisyonu’nda verdikleri ifadelerde Hava Kuvvetleri Komutanlığı’ndaki FETÖ yapılanmasıyla ilgili flash bellekten hiç bahsetmemişler. Neden acaba?
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.