Çok şey yazılıyor, ancak bu salgının otuz yıl sonra gelecek olanları erkene çektiği bir gerçek!
Kâğıt para tarihe mi karışacak? Fabrikalarda, sağlık gibi hizmet sektörlerinde işçilerin yerini robotlar mı alacak? Robotları hayatımıza dâhil ettiğimizde nelerle karşılaşacağız?
İnsanlar işlerini robotlara mı kaptıracak? Mutfak ve gıda sektörü bundan nasıl etkilenecek? Temeli tıbba dayanan mutfaklar mı geliyor… Binlerce soru içinde teknoloji insanın yerini aldığında ne olacak sorusu korona virüsü ile artık çok daha yakınımızda.
Geçen hafta 8 Mart vesilesiyle Düzce Belediyesi ev sahipliğinde bir konferanstaydım. Konuşma metnini oluştururken bu gelişmelerin ışığında kadını ve aileyi konuşmaya Suudi Arabistan’ın kadın robot vatandaşı ‘’Sophia’’dan başlamıştım. Çünkü bir aile kurmak istediğini, yuva kurmanın robotların da hakkı olduğunu hatta bir kızı olursa kendi ismini vereceğini söyleyen Sophia bize geleceği anlatıyor.
Ya insanlara ne oluyor? Robotla, hatta hologramla evlenen Çinli, Japon bilim adamları haberlerini hatırlayın! Maastricht Üniversitesi’nden yapay zekâ uzmanı David Levye göre 2050 yılında robotlarla evlenmek kanuni bir hak haline gelecek.
“On dokuzuncu yüzyılda evrimci biyoloji, insan-hayvan arasındaki farkı ortadan kaldırmıştı. Günümüzdeyse biyomekanik ve gen mühendisliği makine-insan arasındaki sınırı belirsiz hale getirdi. Biyonikler, yapay zekâ, genetik kopyalama gibi metotlar nedeniyle artık insanın sınırları tartışmalı hale geldi. Eğer insanın bir kutsiyeti ve doğası yoksa onu biteviye değiştirmemize, yapay organlarla takviye etmemize, embriyoya müdahale ederek üstün nitelikli insan ya da insan-hayvan-makine arası bir varlık inşa etmemize ne engel olabilir?”
Nazife Şişman, “Kader ile Tasarım Arasında/ Yeni İnsan” kitabında bu soruları tartışmaya açmıştı.
Biyoteknoloji, geç yaşlandırıcı teknolojiler, hafıza artırma ilaçları derken, genetik mühendislik, klonlama ve nihayet insanın kendi bedeninin sınırlılıklarını aşma arayışına kadar geldi iş. Transhumanizm’den bahsediliyor. Yani aşkın insan, bunun bir adım ötesi posthuman kavramı konuşuluyor. Yapay üreme, zihnin bir bilgisayara yüklenip, organik bedenden ayrılmak... Bunlar fantezi değil, ciddi ciddi üzerinde çalışılan alanlar. Tüm bu gelişmeler bizi bir durup düşünmeye sevk etmeli…
Efenim kaç haftadır korona virüsü yaşlılar üzerinde daha etkili haberlerinden fena alınmış vaziyetteyim:) Çok şükür ölümlü olduğumuzu idrak içindeyiz, sıramızı bekliyoruz. Ancak gençlerin bu haberi iletirkenki tonlarına, sevinçlerine bakarak üşenmedim ve genç erişkinler üzerindeki etkili virüsleri az araştırdım. Tarihi etkileri gözlemlenebilen, yaşlılar üzerinde etkili olmayıp genç erişkinler üzerinde etkili olan virüsü de hemen buldum. Adı: İspanyol gribi… Türkçeye İspanyol nezlesi olarak tercüme edilmiş. İspanya virüsün kaynak ülkesi değil ancak bu salgını açıkça konuşan tartışan ilk ülke olması sebebiyle adı İspanyol gribi olarak kalmış!
1918-1920 yılları arasında 1. Dünya Savaşının hüküm sürdüğü günlerde ortaya çıkan bu salgın 50-100 milyon arası insanın; yani o dönemdeki nüfusun yüzde 15’inin ölümüne sebep olmuş. Korona virüsünün tersine zayıf, yaşlı ve çocuklar üzerinde değil de genç erişkinler üzerinde etkiliymiş. Tarihi kaynaklar, bu salgını 1. Dünya Savaşını bitiren etkenler arasında sayıyorlar. Toplumu etkileyen her olay gibi bu konu da dönem edebiyatına yansımış.
Kolonyanın hayatımıza geri dönüşü muhteşem oldu. Dolapların içlerinden çıktı, Evlerimizde göz önündeki eşyaların arasında en ön sıraya yerleşiverdi. Kolonya bahsi söz konusu olunca geçenlerde konuk ettiğim Bülent Eczacıbaşı ile yaptığım sohbet ve bu vesileyle okuduğum kendi ailesini anlattığı “İşim Gücüm Budur” kitabı geldi aklıma…
Eczacıbaşı Holding’in temelini atan Süleyman Ferit Bey (1934 yılında Eczacıbaşı soyadını alır) İzmir’in ilk Müslüman eczacısı ve ilaç üreticisidir. Eczanesini 1903 yılında açar, sadece eczacılık yapmakla kalmaz bu alanda üretim yapan ilk girişimci olur. Onun girişimleri Eczacıbaşı Holding’in temelini atar. Bu üretim kalemlerinin içinde kolonyanın payı büyüktür. Eczanenin yakınında açtığı kolonya, losyon ve krem imalatı ile işe başlayan Süleyman Bey’in imalathaneleri zamanla büyük fabrikalara dönüşür.
Süleyman Ferit Eczacıbaşı sadece ilaç imalathaneleri açmamış. 1. Dünya Savaşı esnasında o en kötü olduğumuz günlerde pek çok hayır işine de imza atmış. İspanyol gribinin, salgın hastalıkların İstanbul’u kasıp kavurduğu o günlerde aşevleri açmış, salgın hastalıkla mücadele için halk hamamları ve tephirhaneler (yani buğu evleri) açmış, bu çalışmaları nedeniyle harp madalyası ile ödüllendirilmiş.
Süleyman Ferit Eczacıbaşı, Osmanlı’nın son döneminde başlayıp Cumhuriyet döneminde devam eden ilaç-ıtriyat imalathanelerini kurarak geliştiren ilk kişilerden birisi olarak hayırla anılmayı hak ediyor. Özetle grip, kolonya deyip geçmeyin diyerek Türkiye’de ilaç sanayiinin çok daha gelişmesi duasıyla zatınıza iyi bakın!
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.