28 Şubat üzerine yapılan değerlendirmelere bakınca bir günde ortaya çıkmadığını, hüdayınabit bir olay olmadığı gerçeğinin göz ardı edildiğini görüyorum. 12 Eylül darbesiyle ve öncesiyle de bağlantısı vardı sonrasıyla da oldu. Dünyada yaşanan gelişmelerle de paraleldi. O’nun ötesinde resmi siyasi söylemin de bir parçasıydı. Bu nedenle ne tek bir sorumlusu vardı ne de tek bir olaya sıkıştırılacak kadar dar bir konuydu…
Bizler bu sürecin içinden hazırlığından finaline bir çok şeye şahit olarak yaşayarak geçip giden bir kadın gurubuyuz. Ancak görüyorum ki en çok hınç taşıyanlar arasında olayların içinde pişen, bazen eriyen, bazen yok olan, bazen parlayarak çıkan bizim kadınlar yok.. Tam tersi en çok hınç söylemini benimseyenler bunları hiç yaşamamış olanlardan oluşuyor.
Arkadaşlarıma bakıyorum, hepsi büyük bedeller ödemişler ve hala da ödüyorlar… Şimdi torunlarına bakarken üniversite bitiriyor, doktora yapıyor, akademide proje yapıyor ya da mesleklerinde kendilerini ispatlamaya çalışıyorlar. İşin tuhafı o zamanlarda da bıkıp yılmamışlardı şimdi de öyleler! Bizimkiler bunlara bakıp dönüp durup ağlamayanlardan. “İnandığımız gibi yaşadık bedelse bedelini de ödedik “ deyip geçecek kadar da kalenderler.
Arada kaybettikleri sadece üç dört yıl değil toplamda 30 yıl olmuş…
Hayatlarında en verimli yılları kaybetmelerine rağmen onlarda ne bir hınç ne de bir öfkeye tanık oldum. Bunun da ötesinde kendi kabuslarını yansıtmamak ve hayata ilişkin yapıcı olmak için çok gayretli olduklarını düşünüyorum. Bir eli yağda bir eli balda bir hayatın içinde en ufak bir olayda esen köpüren öfkeyle konuşan gençlere bakıp susup iç geçiyorlar sadece. Bu süreçte o kadar çok insanı turnusol testinden geçirip görme imkanı bulmuşlar ki! Belki de o tanıklıkların vakarıyla söylenene değil söyleyenlere bakıyorlar. Ve hatta dönemin medyasında öndeki isimlerin bugünkü serencamını da hayretle izliyorlar. Zamanın rüzgarına göre döne döne konuşmak bir yetenek istiyor…
…
“Müzik öğretmeni Cuma günü okul kapanışında İstiklal marşını okutmak için çıktı , mikrofonu eline aldı. Okul bahçesi kalabalıktı , veliler çocuklarını almaya gelmişlerdi. Müzik öğretmeni dedi ki : Ben İstiklal marşını böyle söyletmem. Lütfen başınızı açın.”
“İlk gün başını açmam çok zor oldu. Kesinlikle okul içinde değil okul dışında başını açıp kapatacaksın dediler, lavaboda bile başımı açmama müsaade etmiyorlardı. Denileni yaptım, başımı açtım ama yine de ikinci sınıf insan muamelesi görmekten kurtulamadım… Sürgün tayinler sonucu başını açıp peruk takan arkadaşlarımın da yeni soruşturmalarla peşini bırakmadılar.”
“Kendi camiamızdan yeterince destek gördüğümüzü düşünüyor musun?”
Kesinlikle hayır. Oysa o dönemde durumları gayet iyiydi Müslümanların…”
…
Sibel’i anlatmaya gerek yok, dönemin içinde siyasetten meydanlardan, üniversite kapılarına, mahkemelere en harlı ateşte pişenlerden… Pişip te yine sapasağlam ayakta duranlardan. O dönem avukatlık yapabilseydi bu kadar iyi bir yazar olur muydu bilmiyorum ama davası ve kalbini her şeyin üzerinde tuttuğu hayatıyla dönemin bire bir tanıklarındandı. Kaleme aldığı Saklı Kitap’ta 28 Şubat sürecinde üniversite kampüslerinde kurulan ikna odalarının açtığı derin yaraları bu nedenle akıl hastanesine yatanların, hapis yatıp kanser olan ve ölenlerin hikayeleri var. Eraslan’ın “kesik saçlı kızlar çetesi” olarak adlandırdığı, saçını usturayla kazıtan başörtülü kadınların hikayeleri okunmaya değer.
...
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.